Bilginin Adresi Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Yaşama Dair > Eğitim Dünyası > Ödevler
  Aktif Konular Aktif Konular RSS - TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
  SSS SSS  Forumu Ara   Events   Kayıt Ol Kayıt Ol  GiriÅŸ GiriÅŸ

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
    Gönderim Zamanı: 02-11-2006 Saat 21:59
 

TÜRK DİLİNİN TARİHİ HAKKINDA KISA BİLGİ:

TÜRK DILININ BES BIN YILI

Son 1600 yil içinde diger Türk devletlerinin Avrasya’da, Orta Asya’da, Hindistan’da, Iran’da ve Anadolu’da büyük güçler halinde, önceden hazirliksiz olarak ortaya çikislarinda da tarihi bir anormallik göze çarpar. Tarihçilerin göçebe (nomad) teorisine göre bütün Türk devletleri ve imparatorluklari daima ‘geçici’ kuruluslardi. Türkler memleketlerinde daima ‘yabanci’ idiler. Orta Asya’ya ancak 8. yüzyildan sonra Anadolu’ya da 900 yil önce, 1071 Malazgirt Savasi’ndan sonra gelmislerdir. Diger bütün milletler antik çaglardan beri bugünkü cografyalarinda yasamitlardir. Bilinen tarihi çaglarda, Avrupa’da Almanlar, Anglo-saksonlar, Vikingler, Galyalilar, Latinler, Ispanyollar, Slavlar, Yunanlilar; Asya’da Hintliler ve Çinliler; Orta Dogu’da Farslar, Gürcüler, Araplar, Ibraniler, Misirlilar hep kendi cografyalari içinde veya yakininda yasamislardir. Sadece Türkler bu kuralin disinda kalmislar, yalniz onlar bu hususta bir ‘anomali’ göstermislerdir.


ikinci tarihi ‘anomali’ de ‘kayip diller’ olgusudur ki bu ‘tarihte devamlilik’ açisindan kabul edilemez. Sanskiritçe, Grekçe, Latince, Anglo-Cermen dilleri, Farsça, Arapça, Ibranice, Türkçe gibi büyük diller ve hatta, Arnavutça, Gürcüce, ve Ermenice gibi küçük diller, makul bir devamlilik gösterirler. Hepsi eski dil karakterlerini ve ana yapilarini korumuslar, ancak kelime hazineleri degisiklige ugramis, dost veya düsman bir çok milletlerden aldiklari kelimelerle dillerinde bazi degisiklikler olmustur. Eski çagin kayip dillerinin sahiplerinden olan Sumerliler, Elamlilar, Medler, Iskitler, Hititler (Hattiler), Frigler, Liydyalilar, Truvalilar, Etrüksler, Partlar ve Aramiler dünya uygarliginin kesfi ve yaradilisinda rol oynamislar, sanat ve kültürde yaptiklari atilimla eski Yunan rönesansinin temellerini atmislar ve dolayisiyla da bugünkü modern uygarliklarimizin olusumunu saglamislardir. Bu eski milletlerin dilleri cografyaci Strabon zamaninda hala yasiyordu. Öyleyse niçin bu büyük milletlerin dilleri kayboluyor da bugün yasayan küçük milletlerin bile dilleri kaybolmuyor, ki bu küçük milletler daima o eski büyük milletlerin idareleri altinda yasamislar, her türlü esarete ve imhaya maruz kalmislardir. Öte yandan, mesela koca bir Sumer devleti, milleti ve dili yok oluyordu ki bu dil, Ibrani Tevrat yazarinin ifadesi ile ‘bütün dünyanin konustugu dil idi’. Böylece mantik yine gösteriyor ki, eger normal tarihi gelisme ve devamlilik korunacaksa bu eski ve antik dillerin asla kaybolmamalari gerekiyordu.


kayip diller’ genellikle Sami veya Hint-Avrupa dilleri disinda kalan aglutinatif (bitisgen) bir dil grubunu olusturuyorlardi. Bu sartlara uyan bir çok kayip diller arasinda olan ve muhtelif yazarlarca –sanki Asya kitasinda tek bir dil grubu varmis gibi- ‘Asyanik’ tabiri ile anilan, Sumerce, Elamca, Etrüksçe, Urartuca ve Hurrice gibi dillerin Ural-Altay dilleri grubuna baglanmasi gerekmekteydi ki bu grubun Avrasya’daki büyük yegane temsilcisi Türkçe’dir. Böylece iki anomalinin tarih kitaplarindan çikarilmasi için, bu kayip dillerin herhangi bir sekilde veya diyalektte Türkçe ile akrabaliklarinin ispati gerekmekteydi.

Daha önce belirttigimiz gibi, ‘kayip diller’in , üç büyük dil grubundan biri olan Turan yani Türkçe grubu ile ilgili olmasi gerekiyordu. Biz bu yoldan hareket ederek kayip dillerin sirrini çözmeyi basarmis, insanlik tarihinin son 5000 yil boyunca Türk dilinin global yayilisi ve gelisimini tesbit etmis ve Türk tarihini olusturan ve bugün bazilarinca Hunlar’dan Türkiye Cumhuriyeti devletine kadar 16 halkasinin bilindigi, uzun zincirin kayip halkalarini ortaya çikarmis bulunuyoruz.


Kayip dillerin çözümü ile Türkçe konusan eski halklarin tarihini ortaya döken ilerideki bölümler gösterecektir ki, hiç degilse kayitli 5000 yillik tarih dönemi baslangicinda, Proto-Türkler’in ana vatani Anadolu-Transkafkasya-Mezopotamya üçgeni içinde kalan bölgeydi. Kültürel ipuçlari ise bu ana vatanin M.Ö. 7000 yilinda bizzat Anadolu oldugunu göstermektedir.


ISKITLERIN ATALARI VE KAVIMLERI


Herodot Iskitlerin kökenleri hakkinda su bilgileri verir:


“Iskitlere göre, ülkelerinde yasayan ilk adam Targitaus adli biri idi. Babasi Zeüs ve anasi Borysthenes (Dnieper)‘in bir kizi idi. Targitaus’un üç oglu oldu: Leipoxais, Arpoxais ve Kolaxais.” (Herod IV.5)


“Leipoxais’dan Auchat(ae) Iskitleri; Arpoxais’dan Katiar ve Trasp’lar; en genç olan Kolaxais’dan da Krali Iskitler yahut Paralat’lar ortaya çikti. Hepsine, bir krallarinin adina izafeten Skoloti adi verilmistir.” (IV.6)


“...ve Farslar bütün Iskitlere ‘Sakalar’ derler.”(VII.64)


Suna eminiz ki bu isimlerin çogu etimolojik olarak Türkçe izah edilebilir. Zamir, çogul eki ve diger Yunan eklerini parantez içinde gösterip sadece kelime köklerini kullanarak, Iskit atalari sayilan bu isimleri inceleyebiliriz.


Targit(aus): Turgut veya Türküt “Türkler” veya türküt “güçlüler”. (Prof. Togan, Targitase>Türküt “Türkler”, Skolot “Çigiller” ve Paralat “Barullar” iliskilerini daha önce göstermistir.)


Leipoxa(is) veya Lei-poksa< Türkçe Ulu-bahsi “ulu hoca”.

Arpoxa(is) veya Ar-poxa < Türkçe Er-bahsi “er-hoca”.


Kolax(ais), muhtemelen > Kolah (Kafkas bölgesindeki eski bir millet ki bunlar için 7.yy. Bizans tarihçisi Theophilaktos Grekçe Xolx (okunusu Kholh) adini kullanmistir. Hatta epik Yunan siirlerinde iki l ile kollah seklinde yazilmis olabilir. Böylece l=r kuralina (LIScGEL 403) göre Kollah < Korlah < Türkçe Karluk. Ayni kelime, muhtemel bir l=n ve m=n (Dor.) fonetik degisimi ile (LIScGEL 403, 421), Kollah < Kolnah < Kolmah < Türkçe Kalmak veya Kalmuk adini ortaya çikarir. Her iki isim de tarihte ve destanlarda geçen meshur Türk kavimlerine aittir. Türk Dili’nin Besbin Yili, s.103-104)


EU.XEN(OS9 / A.XEN(OS) / ACHER.ON “KARADENIZ”


Tehlikelerle dolu bir deniz olan karadeniz, hakiki bir iskit denizi idi. Ona verilen bu eski Yunanca isimlerin kökleri de Türkçe izah edilebilir.


(Pontos) Axenos (“ ‘konuk-sevmez’ deniz” adinda, Gk.a- “alayhte , karsi” ve Gk. xenos “yabanci” anlami tasir. Bu ad, bölgeye eski Yunanlilarin yerlesmelerinden önce verilmis olmalidir. Böylece, xen(os) (ksen veya kzen), < Türkçe küsen, veya <Türkçe kizan (küs- ve kiz- fiillerinden). Yani, Karadeniz’in eski adi Küsen veya Kizan olarak ortaya çikiyor. A-xenos ifadesi de aslinda “Küsen’e (Karadeniz’e) yabanci olan” anlamina geliyor.


(Pontus) Euxenos (“konuksever deniz”) adinda ise, Gk. eu- “lehinde” ve yine xenos “yabanci” demektir. Ayni sekilde xen(os) < Türkçe küsen, veya kizan olur, ki bu defa, Euxenos ifadesinin asil anlami “Küsen’e (Karadeniz’e) dost olan” anlamina geliyor. Zira artik Yunanlilar bu bölgede yerlesmisler ve de Iskit veya Kimmerler tarafindan sevilmeye baslanmislardir.


Acheron adina gelince, Homeros’un “Pyriphlegethon Acgeron’a akar” ve “Gemi Dünyanin sonuna, derinden akan Okeanusa geldi. Orada Kimmerlerin memleketi (Kirim) ve sehri duruyor” (Odysseia XI) ifadeleri, Ksenophon’un Karadeniz’in bati sahilinde Heraclia (Eregli) yakinindaki Acherus Yarimadasindan bahsetmesi (Ksenophon VI.2.) ve Acheron veya Acherus’un Hades’te (ölüler diyarinda) bulunan bir “felaket irmagi” olarak tarif edilmesi ve de Pyriphlegethon (Borydthenes (modern Dnieper)) kelimesinin asagidaki Ek Lügatçe’deki analizi, Acheron adinin Karadeniz’e Homeros çagi öncesi verilen bir isim oldugunu gösterir. Bu isim de Türkçe bir etimolojiye sahiptir. Kok kelime Acker veya Aker < Ogur Türkçesi Ökür/Ögür < Türkçe Ögüz “Deniz; Irmak; karadeniz.”


GÜNEY KARADENIZ HALKLARI


Güney Karadeniz bölgesi doguda Kafkaslardan batida Trakya’ya kadar uzanir. Bu bölgede yasamis olan eski topluluklara ait en iyi kaynaklar Herodot, Ksenophon ve Strabon’dur. Bu mevzuda bilhassa Ksenophon, M.Ö.4.yüzyilda, Iran krali Artakserkses II’nin (hük.404-359) kardesi Genç Keyhüsrev (Kyrus) tarafinfdan Iran tahtini ele geçirmek amaciyla hazirlanan ve ücretli Yunan ve yerli askerlerden olusan bir ordunun Sardis’ten Iran’a yürüyüsünü ve dönüsünü anlatan eserinde bize bazi bilgiler verir. Kuzey Mezopotamya’da, Kunaxa muharebesinde Genç Keyhüsrev’in ölmesi üzerine, Yunanliklardan olusan ordu Ksenophon’un liderliginde Dogu Anadolu daglarini asarak Trabzon’a ve sonra da sahili takiben Giresun (Cerasus), Ordu (Cotyora), Sinop üzerinden Trakya’ya ulastilar.


Ksenophon!a göre, Karadeniz sahilinde yasayan kavimler, Kholh’lar, Mossinoik’ler, mitolojik Amazonlar, Khalyb’ler yahut Halizon’lar ve Trakyali adi ile andigi diger bazi milletlerdir. Bunlarin adlarini, bazi sahis isimleri ile birlikte kismen burada kismen Ek Lügatçe’de inceleyecegiz.


KHOLH’LAR


Bunlardan, önceki bölümde Iskitlerin atalarindan biri olan Colax(ais) (Kholh) adini incelerken bahsetmistik. Kholh’lari (Karluk’lari) Kafkaslarin güneyinde ve güney batisinda Eski Yunanlilarca Kolkhis adi verilen memlekette yasayan bir millet olarak taniyoruz. Ksenophon’a göre, Kholh’lar Trabzon’dan Giresun’a kadar olan sahildeki Yunan sehir sitelerine yakin ova ve daglardaki küçük kasaba ve köylerde yasiyorlardi.


KHALYBES (HALIZONLAR), KHALDA(i), VE MOSYN(I), MOSYNOEK(I)


Strabon, Alazon, Halizon ve Amazon kelimelerinin kullanilisindaki kargasadan bahseder. (XII.3.20.22) Herodot, Borysthenes (Dnieper) irmaginin yakininda yasayan Alazon Iskitlerinden söz eder. (IV.17) Homeros’ta, kelime Alizon (Ilyada II) ve Halizon (a.e.V) sekillerinde geçer:


Ve Alizonlar, Odios ve Epistrophos’un kumandasindaydilar; onlar, gümüsün çiktigi, uzak Alybe’den gelmislerdi.


Strabon Alybe denen yerin,Kizilirmagin dogusunda oldugunu söyleyerek Halizon’lari,Küçük Asya’da yasayan ve Yunanli olmayan en önemli kavimlerden saydigi Khalyb’lerle birlestirir (XII.3.20; XV.5.23) ve eski Kahlyb’lerin kendi zamaninda Amisos (Samsun) ile Trabzon arasinda yasayan Khaldai kavmi oldugunu iddia eder. (XII.3.19,28) Ksenophon zamaninda, kavimlerin en savasçi olani diye tarif ettigi Kahlyb’ler yine ayni bölgede yasiyorlardi. (IV.6,7;V.5) Herodot, Khalyb’lerin Lydia krali Kroesus idaresindeki milletlerden biri oldugunu yazar. (I.28)


Halizon, Khalyb ve Khald(ai) kavimlerinin adlari, asagida görülecegi gibi, birbirine ve ayni zamanda Amazon adina çok benzemektedirler.


Halizon ((1) < Türkçe Kal-i(g)-don “ebedi kiyafet; ebedi öz”)


Halizon ((2) < Türkçe Kal-i(g)-don “çevik öz”)


Halizon(es) kelimesinde, Amazon adindaki ama “ana” yerine kali “ebedi” kelimesi kaim olmustur. Böylece (1) Hali-zon > Hali-zon < Türkçe Kali-don “ebedi öz”: “kal-i / kal-ik “gök, yukari kat, sema; kalmis, kalan (ebedi)” ki kal- “kalmak” fiili ve -ik /-ig ekinden olusmustur. Kelimenin bir diger etimolojisi de yapilabilir: (2) Hali-zon < Türkçe Kali(g)don “çevik öz”, kelime anlamiyla, “siçrayan (kisi)” (O. Türkçe kali- “siçramak”), ki bu anlam Homeros’un Amazon kraliçesi için kullandigi ‘çevik Myrina’ tabirinin belki de kaynagini teskil eder.


Khalyb (< kerkük ve Azeri Türkçesi Kal-ip “kalmis;ebedi”):


Khalyb kelimesinin bu yorumunda, normal Türkçede 3.sahis geçmis zaman partisipini olusturan –mis ekine tekabül eden Kerkük ve Azerbaycan Türkçesindeki –ip eki ile kal- fiilinden bir isim-sifat olusturulmustur.


Khald(ai) (< Türkçe Kal-di “kalan: ebedi”):


Khaldai kelimesi de Türkçedir: Khald(ai) < Khaldu < Türkçe kal-di, kelime anlamiyla, “kalmis olan, kalan; ebedi,” ki burada kal- fiilinden 3.sahis tekil geçmis zaman siygasi –di ile bir sifat-isim hali olusmustur.


Muhtemelen Kerkük ve Azeri Türkçesini içeren Khalyb adi, ve ayni halk olan Khald’larin da Babil’de yasamis Khaldu’lar veya Kalde’lilerle iliskili olmasi gerektigi düsünülürse, bu halklari bugünün Kerkük ve Azerbaycan Türklerinin de atalari sayabiliriz.


Karadeniz sahilinde yasayan diger önemli bir kavim de Mosynoek’lerdir. Herodot, Dara’nin Pers imparatorlugu içinde yasayan milletler arasinda Mosynoeki kavmini de sayar (III.94). Ksenophon, onlari Sinop ile Giresun arasindaki sahil seridinde gösterir. (V.4) Strabon, Mosynoek ve Mosyn kelimelerinde Yunanca anlamlar arar. Bizce her iki tabir de Türkçe etimolojiye sahiptir.


Mosyn(i) (< Türkçe Beçen “Peçenek”):


Yunanca’daki m=p (LiScGEL 421) ve b=p (LiScGEL 510) fonetik degisimleri göz önünde tutulursa, m<p<b iliskisi ile. Mosyn<Posyn<Bosin<Türkçe Beçen “Peçenek” sonucuna ulasiriz. Haçli seferleri çaginda Trakya’da bir sehir adi olarak bilinen Mosynopolis kelimesi “Mosyn’ler (Beçenler) sehri” diye de tercüme edilebilir, zira bu çaglarda Beçenlerin (Peçeneklerin) Balkanlarda aktif oldugunu biliyoruz.


Mosynoek(i) (< Mosynek <Türkçe Peçenek )


Bizce Mosynoeki adi, Mosyn(i) kelimesinin baska bir seklidir ve de Beçen kelimesinin diger sekli olan “Peçenek” adinin tam karsiligidir: Mosynoek(i) > Mosynek > Pesynek > Türkçe Peçenek, ki bu kelime esasinda, önceki bölümde de isaret ettigimiz gibi Beçen kelimesinin bir çoguludur. Burada –ek / -ik Ogurca (Macarca) ve Yafes dillerinde mevcut olan bir çogul ekidir. Latince’de Peçenekler için kullanilan Bissen(us) tabiri de Kk. Mosyn ve Bithny (>Bisin) kelimelerine çok yakindir ve sonraki Yunanlilar onlar için Patzinak adini kullanmislardir ki, bu da fonetik bakimdan Mosynek(i) kelimesinin hemen hemen aynisidir. Daglarda kasabalar ve köyler içinde yasayan bu Mosynek’ler öldürdükleri düsmanlarinin kafalarini keserek teshir etmeleri (Ksenophon (V.4) gibi örf ve adetleri bakimindan Iskitlere benzerler.

Yukarida incelenen kelimeler disinda kalan, Karadeniz’in sahil bölgeleri ile ilgili bazi eski kavim ve sahis adlari ve cografya isimleri asagidaki lügatçede ayrica analiz edilmistir. Bu kisa çalisma, bu uzun sahil seridinde yasayan eski topluluklarin çogunun Türkçe-konusan halklar oldugunu göstermektedir.


Prof. W. F. Albright tarafindan hatirlatilan "Iste burada arkeoloji yine eski bir felsefi söz olan 'natura non facit saltum' "tarihteki bütün zahiri devamsizlik içinde (bile) bir devamlilik mevcuttur" vecizesinin tam aksine tarih kitaplarinda mevcut olan "Kayip Diller" olgusu büyük bir tarihi 'anomali' olusturmaktadir. Sanskritçe, Grekçe, Latince, Anglo - Cermen dilleri, Farsça, Arapça, Ibranice, Türkçe gibi büyük diller ve hatta Arnavutça, Gürcüce ve Ermenice gibi küçük diller makul bir devamlilik gösterirler. Kayip dillerin sahiplerinden baslicalari olan Sumerliler, Elamlilar, Medler, Iskitler, Hititler (Hattiler), Frigler, Lidyalilar, Truvalilar, Etrüskler ve Aramiler hepsi zamanlarinin büyük milletleri olmuslar, uygarligin kesif ve yaradilisinda rol oynamislar, sanat ve kültür'de yaptiklari atilimlarla eski Yunan Rönesansinin temellerini atmislardir. Öyleyse niçin bu büyük milletlerin dilleri kayboluyor da bugün yasayan küçük milletlerin dilleri kaybolmuyor. Mesela koca bir Sumer devleti, milleti ve dili yokoluyor ki bu dil Ibrani Tevrat yazarinin ifadesi ile "bütün dünyanin tek dili" idi (Genesis - Tekvin 11.1-2 "BÜTÜN DÜNYANIN DILI BIRDI"). Çivi yazilarinin ilk basarili çözümünü yapan kisi olarak bilinen Sir Henry Creswicke Rawlinson Sumer dilinin Turani bir dil oldugunu ileri sürmüstü. Her halukarda mantik gösteriyor ki eger normal tarihi gelisim ve devamlilik korunacaksa bu eski dillerin asla kaybolmamalari, bunlarin bugüne kadar yasamalari ve bizce malum herhangi bir sekil veya diyalekt içinde devam etmeleri gerekiyordu.


Uzmanlara göre 'kayip diller' genellikle Sami veya Hint - Avrupa dilleri disinda kalan aglutinatif bir dil grubunu olusturuyorlardi. Bu sartlara uyan birçok kayip diller arasinda olan ve muhtelif yazarlarca 'Asyanik' tabiriyle anilan Sumerce, Elamca, Etrüskçe, Urartuca ve Hurrice gibi dillerin Ural Altay dilleri grubuna baglanmasi gerekmekteydi ki bu grubun Avrasyadaki yegane büyük temsilcisi Türkçe'dir. Böylece, yukarida belirttigimiz tarihi anomalinin tarih kitaplarindan çikarilmasini istiyorsak, bu kayip dillerin herhangi bir sekilde veya diyalektte Türkçe ile akrabaliklarinin ispati gerekmekteydi. Biz bu noktadan hareket ederek kayip dillerin sirrini çözmeyi basarmis, insanlik tarihinin son 5000 yili boyunca Türk dilinin global yayilisi ve gelisimini tesbit etmis bulunuyoruz.


Çatalhöyük'te Arkeolog James Mellaart tarafindan kesfedilen M.Ö 6300 yilina ait Anadolu kültürünün bir Türk kültürü oldugu gösterilebilir. Prof. Mellaart'in buldugu iki pars rolifeyi (kitabin arka kapagi - soldaki resim; foto: Mrs. Mellaart) ile temsil edilen Ana - Tanriçayi 6000 yil sonra Italya'da Etrüskler de aynen taniyorlardi (ön kapak - sagdaki resim; foto: Editions d'art Albert Skira) ki Etrüsklerin bir Türk diyalekti ile konustuklari kitabimizda ortaya çikarilmistir. Ve bu 8300 yil önceki Anadolu kültürü bir gün içinde varolmadigina göre kültür tarihi bakimindan eserimizin ikinci adini "Türklerin On Bin Yili" olarak ifade ettik. Hakiki yani yazili Türk tarihi ise çagimizdan 5000 yil öncesine yazinin Sumerliler tarafindan icadina uzanmaktadir ki Sumer dilinin de bir Türk diyalekti oldugunu göstermis bulunuyoruz. Çok muhtemeldir ki, Sumer dili daha sonra Farsçadan ve bilhassa Arapçadan bol miktarda alinti yaparak zamanla dil bilginlerince Akadca, Asurice, Babilce, ve Aramca ismi verilen ve Sami dil grubuna sokulan sofistike bir 'yazi dili' veya dilleri haline dönüsmüstür ki bu dilleri Osmanli Türkçesi ile kiyaslamak mümkündür.


Ayrica Iskitçe, Frigce, Truvalilarin, Likyalilarin dilleri ve Hurrice, Urartuca, ve Macarca - Fince ve Çuvascanin atasi saydigimiz Pelasg (Ogur) dili ve Perslerin resmi dili olan Akhamenid Aramcasi ve yine Perslerin diger resmi dili olan Elamca, ve Partça dahil birçok kayip dillerin, çivi yazisi veya Arami (Fenike) alfabesiyle yazilmis eski yazitlarin ve / veya bu milletlerin krallarinin ve asillerinin adlarinin ve bazi eski cografi terimlerin tercüme edilerek, esasta Türkçe olduklari ispat edilmis böylece Yunan ve Roma'nin temellerini kuranlarin Türk uygarliklari oldugu ortaya çikarilmistir. Orta Asya'da ise az miktarda yazitlarin incelenmesine ragmen Saka-Yüeçilerin, Sogd'larin, Eftalitlerin Türkçe konustuklari saptanmistir.
Bu uzun tarih devresinde Türk dilleri ana yapilarini oldukça iyi korumuslardir. En uç Türk dilleri olarak gördügümüz Macarca ve Fince bile büyük miktarda yabanci kelimeler alarak lügatlerini sisirmelerine ragmen Türkçe olan gramer yapilarini korumuslardir.


VIII. asir Göktürk yazitlarinin yeniden tefsiri ile o zamanki Orta Asya'da Ipek Yolu üzerinde kökü eskilere dayanan yeni bir Budist Türk Devletinin varligi kesfedilmistir.
XIII. yüzyil 'Mogol' dilinin ve bugünkü 'Çuvas' dilinin müstakil birer Ural Altay dilleri olmayip, karakterleri, yapilari, ve kelime hazineleri bakimindan Türkçe birer dil olduklari gösterilmistir. Büyük bir Türk dünyasi içinde seyahat eden Marco Polo'nun bazi Türkçe kelime ve tabirleri ilk defa bu kitapta ortaya çikarilmistir.


Yakin zamanlarda Orta Asya'nin Isik Gölü civarinda altin elbiseli bir Türk beyine ait kurganda kesfedilen bir gümüs kasenin üzerinde bulunan ve Göktürkçeye benzer bir alfabeyle yazilmis M.Ö. 5. asra ait iki satirlik bir yazit yeniden tercüme edilmis ve bu suretle eski Türk mezarlarinda baska bir dünyaya göç eden bir beye refakat eden yakinlarinin 'gönüllü' olarak ona katildiklari tesbit edilmistir.


Eser dört kisimdir. Bölüm 1 - 6, son 1400 yilin Türk dillerini ve uygarliklarini kisaca incelemekte, bir anlamda yeniden kesfetmektedir. Bölüm 7 - 29), asil mevzu olan 'Kayip Dillerin Çözümü' ile ilgilidir. Bölüm 30 - 32, eski Türk diyalektlerinin Hint - Avrupa ve ve Sami dilleri dahil diger bazi dillere tesirlerini incelemektedir. Bu arada eski Yunancanin baslangiçta kuvvetli bir ihtimalle Yunanistan'in eski otokton halki olan Pelasglarin konustugu Ogur Türkçesi üzerine insa edildigi, Greklerin tanri ve tanriçalarinin adlarinin ekserisinin Türkçe ile izah edilebilecegi gösterilmistir. Bölüm 33, birçok cografi isimlerin desifre ve tercümesine hasredilmistir. Eser bir sonuç yazisiyla tamamlanmaktadir.


Yeni olarak Türkçe kitabin 2. Bölümü’nde Tun-huang'da bulunan iki Türk-Tabgaç Yaziti'nin tercümesi, 9. Bölümü’nde Etrüsk sayilarinin yeni bir analizi, Perugia Cippus Yaziti'nin tam metninin daha dogru olarak çözümü, yeni bir Hatip (Haranguer) yazitinin tercümesini, ve genelde Etrüskçenin çok daha ileri bir analizini, 11. Bölüm’de bir Lidya yazitinin ve meshur Lemnos-Kaminia Yaziti'nin çözümü, ve 16. Bölüm'de de ek olarak Melikishvili'den alinan 120 kadar Urartuca kelimenin etimolojisi yapilmistir.


Eserden su önemli sonuçlar da çikarilabilir.


1. Kürtler ve Ermeniler tarafindan ilk konusulan dil farzedilen Yafes dili aslinda bir Türk dilidir. Yafes, Sam ve babalari Hazreti Nuh birer Sumerlidir yani Türktür.


2. Ilyada, Sehname ve Roma sairi Virjil tarafindan yazilmis olan Aeneid adli destanlarin ilk önce Türk dili ile yazilmis veya söylenmis olmalari pek muhtemeldir. Truva ve Iran - Turan savaslari büyük bir ihtimalle ayni milletin (Türkler'in) iki unsuru arasinda geçen iç savaslardir.


3. Ilk Girit uygarliklarini çok muhtemelen Türkçe - konusan uygarliklar yaratmistir.


4. Kitabin Ingilizce basliginda sadece bir nüans saklidir. Buradaki Dünya, Sumerliler'in yakin dünyasidir. Yani, bazilarinin zannettigi gibi bütün diller Türkçeden dogmus degildir. Bilakis, Sumer Türkçesinde buldugumuz alinti kelimeler gösteriyor ki Indo-Avrupa dili olan Farsça ve Sami dili Arapça da Sumerlilerin eski dünyasinda mevcut idi.


5 .Arapça ve Latince dahil bütün eski alfabeler Arami - Fenike alfabesinden türemislerdir. Göktürk alfabesi, bilhassa ince ve kalin ünlü ve ünsüz fonemleri belirleyen kendine özgün orijinal harfler eklemek suretiyle bu alfabeler arasinda en mükemmeli olarak ortaya çikar.
Bu bilimsel çalisma ile ortaya çikan
yeni, daha dogrusu asil Türk kimligi, onu içine sindiren her Türk vatandasinin bugünkü ve yarinki yasam tarzini düzenleyecek, Atatürk’ün hedefledigi çagdas uygarlik seviyesinin üstüne çikmamizda en büyük rolü oynayacaktir.

Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 02-11-2006 Saat 22:00
 

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle sondan eklemeli diller grubunda; köken bakımından da Ural – Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer almaktadır.

Ural – Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Bu gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı yönüyle benzerlik şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu olarak yapılması görüşü benimsenmektedir.

Ural grubu dilleri konusunda derinlemesine yapılan araştırmalar, bu gruptaki dillerin akrabalığını kesinleştirmektedir. Doerfer, Nemeth, Bang, Clauson gibi bilginler, Altay dil ailesine giren dillerin köken akrabalığından ziyade kültür akrabalığı üzerinde dururken Menges, Poppe, Räsänen ve Ramstedt gibi bilginler araştırmalarına dayanarak bu diller arasındaki köken akrabalığını ispatlanmış sayarlar.

Son yıllarda Altaiystik başlı başına bir araştırma alanı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Ural – Altay dilleri teorisi ve Altay dilleri teorisi hakkındaki araştırmalar geliştikçe bu konuda daha detaylı ve tutarlı bilgilere ulaşılacaktır.

Altay dil ailesinin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:

1. Bu gruptaki dillerin hepsi yapı yönüyle eklemeli dildir.

2. Ön ekler (artikeller) yoktur.

3. Kelime türetme ve çekim son eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz. Eklerdeki zenginlik ve çeşitlilik dikkat çekicidir.

4. Söz diziminde yardımcı unsurlar (tamlayanlar, belirtenler) önce, asıl unsurlar (tamlananlar, belirtilenler) sonra gelir: insanlık hâli, sözün doğrusu. Mustafa, türkü söylerken kendinden geçiyordu.

Sıfatlar isimlerden önce kullanılır. yeşil ördek, anlayışlı öğrenci, kahraman ordu.  Sayı bildiren kelimelerden sonra çokluk eki kullanılmaz:, beş kardeş, üç kafadar, bin konut.

Cümleler, cümleyi oluşturan unsurların ilgisi bakımından, gelişmekte olan düşüncelerin akla geliş sırasına göre değil, tamamlanmış bir düşüncenin düzenli bir hiyerarşisi şeklinde kurulur.

5. Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur. Bu  sebeple cümlelerde cinsiyet farkından kaynaklanan değişiklik yapılmaz: Müdür – müdire, memur – memure, Halit – Halide; he – she gibi.

6. Soru eki vardır.

7. Aynı şekilden kaynaklandığı saptanan ortak ekler vardır. Türkçe ile Moğolca arasında bu ortaklık daha belirgindir.

8. Altay dilleri ses özeliklerine göre karşılaştırıldığı zaman birtakım ortaklıklar görülmektedir. Bunlardan en belirgin olanı, ünlü uyumudur. Kelime başında l, r  ve ñ ünsüzlerinin bulunmaması diğer bir ortaklıktır.

 

 

Türkçe  Çağdaş  Ve  Güçlü  Bir  Dildir !

Almanya'da resmi dil Almanca'dan sonra halkın konuştuğu en büyük anadil Türkçe'dir. Sayıları iki milyon yediyüz çerçevesinde olduğu sanılan bu Türkçe dilli halk grubu ne yazık ki kendi gücü oranında temsil edilememekte ve Türkçe hak ettiği yeri alamamaktadır. Bugün dünya genelinde 300 milyon kadar insanın konuştuğu köklü ve büyük bir dil olan Türkçe altı ülkede resmi dil konumundadır.
 Almanya'nın eğitim sistemi ise Türkçe'ye çok dar bir hareket olanağı tanımaktadır. Bu alanın genişletilememiş olmasında Türkçe dilli halk grubunun savsaması ve içinde bulunduğu yanlış kanılar da büyük rol oynamaktadır.
 Türkçe dili yüzyıllar boyunca savsamaya uğramış, çeşitli etmenler onun gelişimini kösteklemiştir. Bu ağır koşular altında da Türk dili ne yapıp yapıp öz varlığını ve benliğini korumayı başarmıştır. Anlatı yollarının çeşitliliği ve özgünlüğü bakımından dilimiz dünyanın  en olağanüstü yetenekte ve güzellikte bir dilidir.
 Dilde özgürlük ve özerklik ile dilin gelişip varsıllaşması sorunları, birbirlerinden ayrılmayan, birbirleriyle atbaşı yürümesi gereken bir ilkeyi gösterir.
 Bir dilin varsıllığından ne anlarız? Bir defa, her şeyden önce sözcük dağarcığının varsıllığını dile getirir. Ayrıca engin ve gelişmiş bir dilde anlatım incelik ve çeşitlilikleri; kullanışlı ve varsıl içerikli kavram ve düşünce kalıpları; dilin aşılama, çağrışım ve seçkin uygulama örnekleri yoluyla dile getirdiği düşünceler; renk, canlılık, kıvraklık ve dygulanma unsurları...
 Birkaç sözcükle söyleyecek olursak geniş anlatı olanaklarının yaratılması ya da esinlenmesi; dil bilinci, dil duygusu, dil estetiği; dilin vurgusu, ses uyumları ve düzenliliği gibi özellikleri; dakiklik, ve ince anlam ayırımları duyarlılığı gibi nitelikler hep dil varsıllığını belirleyen ve simgeleyen özelliklerdir.
 Bunları da yazınsal dil açısından ve bilimsel, mantıksal anlatım açısından olmak üzere iki bölüm olarak düşünmek yerinde olur. Çünkü, örneğin, bir ve aynı sözcüğün birden fazla anlam taşıması cinas gibi bir yazınsal sanat açısından dilin olumlu bir özelliği sayılabileceği gibi, anlatı açıklığı ve dakikliği açısından olumsuz bir özellik sayılmak durumundadır.
 Dilimizin ileriye yönelik gelişmelere yetenekli olduğundan şüphe edilmez. Dilin ekin dili ve daha da öte bir bilim dili yönünde geliştirilmesi ise bir devamlılık işidir. Bu amacın gerçekleştirilmesi kesin ve açık bir gereksinim olduğuna göre bu yolda duyulacak tüm çekinceleri ne yapıp yapıp bir kıyıya itmek zorunluluğundayız.
 Özellikle öğretim dili olarak Türkçe'nin yurdumuzdaki toplumsal yeri günümüzde güncel ve ivedili bir sorun boyutlarını taşımaktadır. Bugün birçok yüksek okulda birçok dersin başka bir dil aracılığıyla verilebiliyor olması çok düşündürücüdür. "Bilim uluslararasıdır. Uluslararası bilim dili ise İngilizce'dir. O halde eğitimi İngilizce yapalım" yanılgısı devam etmektedir.
 Bilimin uluslararası olan yanı onun yöntemleridir. Hangi konuda araştırma yapılacağı, ne üzerinde çalışılacağı, yani bilimin amaçları, erekleri ise ulusaldır, toplumsaldır, kişiseldir.
 Yabancı dilin, başlı başına yabancı dil derslerinde, özel yöntemli, görsel ve işitsel dil kurslarında öğretilmesi gerekirken Türkiye'de yeni ve çok verimli yabancı dil öğretme yöntemleri uygulanmamış, onun yerine gittikce sayısı artan okullarda, birçok dersin Türkçe yerine İngilizce verilmesine çalışılmıştır.
 Öğretim dili olarak Türkçe'nin savsaklamaya uğramış olmasının etkileri Türkiye dışına buralara kadar ulaşabilmektedir. Bir dile verilen toplu ve genel değer yargıları o dilin tüm yayılma ve etkileme alanlarında kendisini gösterir... Böylesine uzun süredir gele gelen genel kanı ve eğilim ise kendine özgü de bir dil mentalitesi geliştirmiştir. İşte bu  "kabul edilir olma durumu" etkilerini Avrupa'daki Türklerde de kendisini göstermektedir.
 Buna bağlı olarak da kendi gelecekleri demek olan çocuklarının, okullarda Türkçe dilini öğrenmeleri yönünde duyarlılığı ve bir çabayı gösterememektedirler. Türk dilini Almanya'da kullanma ve geliştirebilme konusunda çok yetersiz kalmaktayız. Bu durum ise bir ekin yıkma ve kendini dışa bağlama olgusunu da, ister istemez, beraberinde getirecektir.
 Türk dilini ilerletmek , işletmek ve geliştirmek demek, öteki dillerde, tarihte ve de şimdi bilim, sanat, teknik, endüstri, felsefe, hukuk, ahlak, dil, din, politika, sanat.... alanlarında, başta anıtsal yapıtlar olmak üzere, yazılmış olanların dile kazandırılması ve şimdi, adı geçen alanlarda, o alanların eliyle, dilimize, bilinmeyen, yeni, özgün anlamlar getirmesi ve bunların dile dökülmesi; Türkçe'de, tarihte, unutulmuş olanların temizlenerek diriltilmesi, bırakılmış olanakların yakalanması demektir. Bu eylemlere ise yalnızca dil çalışmaları destek olur.
 Türk dilini ilerletmek demek, bu işlemlerin bilim, teknik ve endüstri alanının adamlarınca yapılması, bunun Türk dilinden dökülüp yazıya geçirilmesi demektir.
 Bilindiği gibi Atatürk, Türk dilinin hem anlam hem de biçim yönünden, gerçekleştirilecek Türk ulusuna dönük hümanizması için devlet adına
 "milli his ile milli dil arasındaki bağlantı çok kuvvetlidir. Dilin milli ve varsıl olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en varsıllarındandır, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır." sözleriyle 2 eylül 1930'da bir çağırıda bulunmuştur. Bu sözler bu gün için de ayni derecede önemlidir ve geçerlidir.
 Biz öteden beri dilimize büyük ilgi ve özen göstermiş bir ulusuz. Son yıllarda tüm dünyada orta ve gerekse yüksek öğretimde İngilizce'nin ağırlık kazandığını gözlemlemekteyiz. Ayrıca  toplumsal yaşamımızda (yirmiye yakın dilden oluşan) Osmanlıca ve Frenkce kokan " dil çorbası dönemi" başlamıştır artık. Sesbayrağımız Türkçe 1980'li yıllarda vurgun yedi. Dikkatlice okuyun gazeteleri, dergileri; bilinç uyanıklığı ile dinleyin televizyonları ve radyoları.  Türkiye'deki mağazaların adlarına bir bakın. Kendinizi bir yabancı ülkede hissettiğiniz anlar olacaktır. Türkçe'nin nasıl çırpındığını göreceksiniz. Fransa'daki gibi bir "anadili koruma yasası" benzeri bir yasanın bizde de çıkması sağlanmalıdır. En azından levha ve tabelaların Türkçe sözcüklerle yazılması sağlanmalıdır.Türkçe'den kopanlar, sanki Türkiye'den de uzaklaşıyorlar...
 Oysa, öğretim ve ekin dili olarak dilimizin önemini yitirmesi, toplumsal yaşamımızda dile hiç önem vermememiz ekin ve uygarlık davamıza aykırı düşen bir durumdur. Almanya'daki durum da Türk dilini çok daha da geriye itmektedir. Dilimizin öz varsıllığını öne çıkarabilmek ve onu dünya dilleri arasında, değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek nasıl sağlanacaktır ? Ya da bizim böyle bir hakkımız ya da görevimiz var mıdır ?
 Biz bir yandan batı dillerindeki her sözcüğün karşısında bir de Türkçe sözcüğün olmasını isteme durumunda olmamız gerekirken bir de bakıyoruz ki nerede ise Türkçe AFC'de yok olma durumuna doğru itilmektedir. Bunda ana etken dilden mi gelmektedir, yoksa uygulama ve kavram olanlarındaki işlersizlikten mi kaynaklanmaktadır?
 Bu alanda bir tartışma ortamının oluşması, Türkçe dilli halkın kendi diline sahip çıkması, öyle gözüküyor ki, daha başlamış değildir. Halkımızın genel kanısının tam tersine, Türkçe'nin yalnızca evde konuşuluyor olması yetmez! Okullarda iyi bir anadili eğitimi verilmelidir. sanatcılar, yazarlar ve ozanlar Türkçe'nin engin kaynağından bilinçle yararlanmalı yeni yapıtlar yaratmalıdırlar. Türkçe sevgisini halka aşılamalıdırlar.
 Bir dilin yaşaması ve onun ileriye dönük olarak gelişebilmesi için, okullarda çağdaş yöntemlerle, uzmanlarınca öğretilmesi gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da Türk dilinde kendini yetiştirebilme olanağını bulabilmiş olan bilimciler yetişecektir. Böylelikle de Almanya'da Almanca'nın yanı sıra Türkçe'yi bilim dili olarak görebileceğiz.
 Bu da Türkçe dilli halkın geleceğe yönelik bir ereği olmalıdır. İşte aydınımızın ve bilimcimizin bir görevi de bu olacaktır. Bunun bir hayal olmaktan çıkıp, çok ekinli bir toplumun vermesi gereken gerçek bir hak olduğunu görmek, ancak bizlerin tümümüzün, ortak bir çabası sonucu elde edilecektir.
 "Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."..........
 

 

 

 TÜRKÇE'NİN ANADİL OLARAK DÜNYADAKİ YERİ
AMAÇ
 
Sovyetler Birliği'nde, Ağustos 1991'deki başarısız darbe girişimini izleyen aylarda, 
bu devleti oluşturancumhuriyetler sırayla bağımsızlıklarını elde edince gözlerimiz 
öncelikle Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri'ne çevrildi. 
Çünkü, artık bu ülkelerle siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda ilişki kurarken 
söz konusu olan sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalkmıştı. Bu nedenledir ki, 
bazı genel pürüzler  nedeniyle doğan gecikmeler hesaba katılmazsa, artık düzenli 
olarak Türk Cumhuriyetleri'nin Devlet Başkanları, Başbakanları ve hükümet 
temsilcileri biraraya geliyor ve çeşitli alanlarda işbirliği olanakları 
yaratmaya çalışıyor, en azından ilişkileri geliştiriyorlar. 
Buna ek olarak da düzenli aralıklarla dil kongreleri düzenlenmeye 
başlanmış bulunmaktadır.
Bu kongrelerde ana amaç, öncelikle bir ortak alfebenin en kısa zamanda 
oluşturulması, Türkçenin bütün lehçelerini kapsayan geniş bir Türkçe 
sözlüğün hazırlanması, ortak bir dil oluşturulması için gerekli altyapı 
koşullarının incelenmesi ve bunların oluşturulması olarak özetlenebilir. 
Bu yazıda, Türkçenin çeşitli lehçe ve şiveleri ile bunları "anadil" olarak 
konuşan Türk devletleri, özerk cumhuriyetleri ve toplulukları konu edilecek, 
ayrıca bu lehçe ve şivelerin yaklaşık kaç kişi tarafından konuşulduğuna, 
bu toplulukların ağırlıklı olarak 
nerelerde yaşadıklarına yer verilecektir. 
 
TÜRKÇENİN LEHÇELERİ VE YAYILDIKLARI COĞRAFYA 
 
Burada, (biri dışında) tüm Türk topluluklarının kendi dillerini yani 
Türkçenin lehçelerini ve şivelerini anadil olarak konuştukları kabulu 
kesinlikle yanlış olmayacaktır.
İkinci dil olarak ise, geçmişte veya günümüzde de bağımlı bulundukları
 devletlerin resmi dilini konuşmaktadırlar. 
Bunlar içinden en önemlileri Rusça, Çince, Farsça, Bulgarca ve Ukraynaca'dır. 
Kuşkusuz bu dillere ayrıca Arapça, Yunanca ile 1960'dan sonra Türklerin 
işçi olarak yabancı ülkere göçü sonucu öğrendikleri diller olan
 Almanca, Hollandaca Fransızca ve İngilizce de eklenebilir. 
Anadolu Türkçesi: Anadolu Türkçesi, Türk dilleri içinde Oğuz dilleri grubunda yer alır. 
Toplam nüfusları 60 milyona yaklaşan ve Anadolu, 
Trakya, Kuzey Kıbrıs'ta (Kıbrıs'taki Türk nüfusu yaklaşık 140 bindir) 
yaşayan Anadolu Türkleri 
tarafından konuşulan bu dil, Türk lehçeleri arasında en büyük 
grubu oluşturur. Ayrıca bu lehçe, şu Türk azınlıklarının da ana dilini 
oluşturmaktadır: 
          Türk Azınlıklar  Nüfus  
Bulgaristan Türk azınlığı  750.000  
Batı Trakya Türkleri (Yunanistan)  140.000  
Makedonya Türk azınlığı  66.000  
Irak Türkmenleri  300.000  
Başta Almanya (1.920.000) olmak üzere 
Hollanda (250.000),
Fransa (240.000), 
Belçika (85.000), 
ingiltere (65.000) 
ve Danimarka'ya (37.000)
1960'lı  yılların başından itibaren göç etmiş Türkler  2.600.000  
          Azeri Türkçesi: 
Anadolu Türkçesine yakınlığı ile bilinen Azeri Türkçesi de Oğuz dil grubundadır. 
"Azeri Türkleri"nin toplam nüfusu yaklaşık 23 milyon kadardır ve Azerilerin ancak 
6,5 milyon kadarı Azerbaycan Cumhuriyeti'nde yaşarken yaklaşık 16 milyon Azeri,
İran İslam Cumhuriyeti'nin kuzeyinde (Güney Azerbaycan), 330 bini Gürcistan'da 
ve 110 bini  Ermenistan'da yaşamaktadır. 
          Özbek Türkçe'si: 
Dilleri Karluk grubunda yer alan "Özbek Türkleri"nin büyük 
çoğunluğu Özbekistan
 Cumhuriyeti'nde (16,2 milyon) yaşamaktadır. Başta Tacikistan 
(1,5 milyon) olmak 
üzere Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Afganistan'da 
yaklaşık 3 milyon Özbek 
bulunmaktadır. 
          Kazak Türkçe'si: 
Kazakça, Türk dillerinin Kıpçak grubunda yer alır.
"Kazak Türkleri"nin büyük bölümü 
Kazakistan'da yaşarken, komşu cumhuriyetlerde de 
(özellikle Türkmenisten, Moğolistan)
Kazak azınlıklara rastlanır ve toplam nüfusları 9 milyonu aşar. Kırgız Türkçesi: 
Kırgız dili, Kırgız-Kıpçak grubunda yer alır ve bu dili konuşan Kıgızların sayısı, 
diğer komşu cumhuriyetlerde yaşayanlarla birlikte 4 milyonu bulur.
          Türkmence: 
Türkmenistan Cumhuriyeti'nde bugün 3 milyon, diğer bölgelerde de 
(İran, Irak, Afganistan) yine yaklaşık 3 milyon Türkmen yaşamaktadır. 
Dilleri Oğuz grubunda yer alır ve Anadolu Türkçesine çok yakın nitelikler taşır.
          Tatarca: 
"Tatar Türkleri"nin 2 milyonu Rusya Devleti'nin içinde (Moskova'nın yaklaşık
 750 km güneydoğusunda) Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nde 
(Kazan Tatarları) yaşarken, 1,1 milyon Tatar yine Rusya içindeki 
Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti'nde, 350 bini Kazakistan'da ve 300 bini ise
 Kırım Yarımadası'nda (Kırım Tatarları) yerleşmiştir. Dilleri Kıpçak grubundandır. 
          Başkurt Türkçesi: 
Günümüzde Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti'nde (Moskava'nın yaklaşık 
1.250 km Güneydoğusu'nda 1milyon, diğer bölgelerde ise 1,6 milyon Başkurt 
Türkü yaşamaktadır. Dilleri Kıpçak grubunda yer alır. 
          Karakalpak Türkçesi: 
Dilleri Kıpçak grubunda yer alan Karakalpak Türkleri,Özbekistan'da 
(Aral Gölü'nün güneyinde) Karakalpak Özerk Cmmhuriyeti'inde yaşarlar;
 nüfusları 500 bin civarındadır. 
          Çuvaş Türkçesi: 
Çuvaşistan Özerk Cumhuriyeti'nde (Moskova'nın yaklaşık 
 600 km güneydoğusunda, Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nin 
kuzeybatısında) 950 bin civarında Çuvaş Türkü yaşamaktadır. 
          Sors Türkçesi: 
Kültür ve dil yönüyle Hakas ve "Altay Türkleri"ne çok yakın olan Sors 
Türkleri Rusya'nın Kemerowo bölgesinde (Alma-Ata'nın yaklaşık 
1.750 km kuzeydoğusunda) yaşarlar; sayıları 17.000 dolayındadır. 
          Altay Türkçesi: 
Altay (Oyrat) dili Kırgız-Kıpçak grubunda yer alır. Bu dili konuşan 60 bin 
Altay Türkü Altay Özerk Cumhuriyeti'nde (Rusya Cumhuriyeti'nde 
Kemerowo'nın güneyinde, Moğolistan sınırında) yaşarken 70 bini 
ise diğer bölgelere yerleşmiştir. 
          Uygur Türkçesi: 
Türklerin ilk yazılı eserlerinde kullanılan Uygurca,Karluk dil grubunda 
yer alır. Bu lehçeyi konuşan yaklaşık 16 milyon Uygur Türkü 
(bazı kaynaklara göre 20-23 milyon) günümüzde Batı Çin'de 
(Doğu Türkistan'da), çok azı ise Rusya'da yaşamaktadır. 
          Gagavuz (Gökoğuz) Türkçesi: 
Dilleri Oğuz dil grubunda yer alan dolayısıyla Anadolu Türkçesine 
çok yakın olan Gagavuz Türkleri Moldavya'nın güneyinde 1991 
yılında kurulan Gagavuz Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar; 
nüfusları yaklaşık 160 bindir. Ayrıca Balkanlar'da ve Rusya'nın çeşitli 
bölgelerinde dağılmış küçük topluluklara da rastlanır.  Stavropol Türkçesi: 
Türkmence ve Nogay diline çok yakın olan bu dil, bölgeye göç etmiş 
Türkmenler tarafından konuşulmaktadır. 
          Kumuk Türkçesi: 
Kumuk Türkçesi Kıpçak grubundan olmakla birlikte Anadolu, 
Azeri ve Karaçay dillerine yakınlık da gösterir. Toplam nüfusları 
300 bin kadar olan "Kumuk Türkleri"nin yaklaşık 250 bini Dağıstan 
bölgesinde (Kuzeydoğu Kafkasya'da) yaşamaktadır. 
          Karaçay Türkçesi: 
Karaçay dili Kıpçak grubundan olup, Karaçay-Çerkes Özerk 
Cumhuriyeti'nde (Gürcistan'ın 200 km kuzeyinde) yaşamakta olan 
yaklaşık 160 bin Karaçaylı tarafından konuşulmaktadır. 
Balkar (Malkar) Türkçesi: Dilleri hemen hemen Karaçay Türkçesi 
ile aynı olan Balkar Türkleri Gürcistan'nın kuzeyinde, bu ülkeye 
komşu olan Balkar Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır; 
sayıları 85 bin civarındadır. 
          Karaim Türkçesi: 
Kıpçak dil grubuna ait Karaim dili bugün çok az Karaim Türkü 
tarafından konuşulmaktadır. Bunlar, Ukrayna'nın batısı,
 Litvanya ve Polanya'da yaşamaktadır. 
          Hakas Türkçesi: 
Hakas Türkçesi Kırgız dil grubuna çok yakın olup,Hakas Özerk 
Cumhuriyeti'nde yaşayan yaklaşık 80 bin Hakas 
Türkü tarafından konuşulmaktadır. 
          Nogay Türkçesi: 
Nogay Türkleri, Stavropol ve Dağıstan Bölgesi,Çeçen-İnguş
 Cumhuriyeti ve de Karaçay-Çerkes bölgesinde dağınık 
olarak yaşamaktadırlar. Dilleri Kıpçak grubunda yer 
alan "Nogaylar"ın sayısı 75 bin dolayındadır. 
          Tuva Türkçesi: 
Yaklaşık sayıları 220 bin tahmin edilen "Tuva Türkleri"nin 200 bini
 Tannu-Tuva Halk Cumhuriyeti'nde (Moğolistan'nın kuzey 
sınırına komşu bölgede)  yaşamaktadır. 
          Yakut (Saka) Türkçesi:
Moğolcanın etkisi ile hayli değişikliğe uğrayan Yakut dili, 
tahmini sayıları 400 bin olan ve büyük çoğunluğu 
Yakut Özerk Cumhuriyeti'nde (Çin sınırına 1.250 km 
uzaklıktaki Doğu Sibirya'da) yaşayan Yakut Türkü 
tarafından konuşulmaktadır. 
          Kaskay Türkçesi: 
Anadolu ve Azeri Türkçesine çok yakın bir Türkçe ile konuşan
 Kaskay Türkleri, Hasme Türkleri ile birlikte Iran'ın güneyinde
 yaşarlar; sayıları 700 bin dolayındadır. 
          Ahıska (Mesketi, Meşet) Türkçesi: 
Dilleri Oğuz grubunda yer alan Ahıska Türkleri günümüzde dağınık 
olarak Özbekistan, Kırgızistan,Azerbaycan ve Türkiye'de 
yaşamaktadırlar. Sayıları 200 bin civarındadır. 
                               SONUÇ 
VI. Yüzyılın ikinci yarısından sonra kuzeye, güneye ve önemli ölçüde 
 de batı yönüne göçe başlayan Türk kavimleri, XV. Yüzyılın ortalarında 
bugünkü Bulgaristan sınırına ulaştılar. 1960'lı yılların başında Orta 
Avrupa'ya yönelen işçi göçünü, bu göçün devamı olarak nitelendiren 
bazı yazarlar da görüyoruz. Bu göçler sırasında sahip olunan özgün 
kültür, etkilenişim içinde bulunan diğer kültürlerle zenginleşmiş, 
ancak anadil olarak konuşulan Türkçe korunmuş ve böylelikle 
  
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 02-11-2006 Saat 22:02
 TARİHTEN GELECEGE TÜRK DİLİ
Türk dilinin en eski izleri Sümer kaynaklarindaki Türkçe sözlerdir. M.Ö. 3100-M.Ö. 1800 yillari arasina ait Sümerce metinlerde 300den fazla Türkçe söz yer almaktadir. Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alis veris sonucu ortaya çikmistir. Hangi ihtimal dogru olursa olsun Türkçenin ilk verileri M.Ö. 2000-3000 arasina çikmakta, yani bundan 4-5000 yil geriye gitmektedir. Ortak sözler Türklerle Sümerlerin komsu olduklarini da gösterir. Türklerin hiç olmazsa bir bölümü M.Ö. 2000-3000 yillari arasinda, belki de daha önce Ön Asyada yasamis olmalidir.

M.Ö. 7.-3. yüzyillar arasinda Karadenizle Hazarin kuzeyinde ve Kuzeydogusunda yasayan Sakalarin önemli bir bölügü ve yöneticileri de büyük ihtimalle Türktü. M.Ö. 6. yüzyilda yasamis olan Sakalarin kadin hükümdarinin adi Yunan kaynaklarinda Tomiris olarak geçer. Bu kelime Türkçe Temir (demir) olsa gerektir.

Dîvânü Lûgatit-Türkte anlatildigina göre Iskenderin Türkistan seferi sirasinda (M.Ö. 330lar) Türklerin bir kismi, hükümdarlari Su yönetiminde Hocent civarinda, yani Seyhunun yukari havzalarinda idiler. Iskenderin gelisiyle Su ve idaresindeki Türkler Altaylara çekildiler; Oguzlar ise Hocent civarinda kaldilar.

Çin kaynaklarindaki ilk bilgilere göre Türkler Çinin kuzeyindeki bozkirlarda yasiyorlardi. M.Ö. 220lerde ortaya çikan Tuman (Teoman) Yabgu ve M.Ö. 209da hükümdar olan oglu Motun (Mete) Yabgu, Hunlarin büyük hükümdarlari idiler ve merkezleri bugünkü Mogolistanda bulunan Orhun vadisinde idi. Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840a kadar Türklerin merkezi Orhun vadisinde olmustur. M.Ö. 220 - M.S. 840 arasindaki 1000 küsur yillik dönemde Türkler kudretli zamanlarinda Okyanus kiyilarindan Hazara, hatta bazen Karadenizin kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardi. Türklerden bir bölügü M.S. 370lerde Idili geçmis ve Kafkaslarla Karadenizin kuzeyine ulasmisti. Bati Hunlari, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Kipçaklar 370ten baslayarak yüzyillar boyunca Dogu Avrupa ve Balkanlari yönetimleri altinda bulundurmuslardir.

Asya ve Avrupa Hunlarina ait herhangi bir Türkçe metin elimizde bulunmamaktadir. Ancak Çin ve Bizans kaynaklarina geçen bazi özel adlar ve kelimeler onlara ait Türkçe veriler olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarinda geçen tehri, kut, yabgu, ordu, temir gibi sözlerin Çincelesmis biçimleri, milât yillarina ait Türkçe verilerdir. Attilânin babasinin adi olan Muncuk (Boncuk) ve ogullarinin adlari Dehizik, Irnek, Ilek Türkçeyle açiklanabilmektedir. 6.-9. yüzyillardaki Tuna Bulgarlarindan yil ve ay adlari ile birkaç kelimelik bazi küçük metinler kalmistir. Yillar hayvan adlariyla adlandirildigi için yil adlari ayni zamanda çesitli hayvanlarin adlarini gösteriyordu. Aylar sira sayilariyla ifade edildigi için Bulgar Türkçesindeki sayilarin adlarini da böylece ögrenmis oluyorduk.

Mogolistanda bulunmus olan 6 satirlik Çoyr yaziti tarihi bilinen en eski metindir. Ilteris Kagana katilan bir askeri anlatan metin 687-692 arasinda yazilmis olmalidir. Orhun anitlari olarak bilinen Isbara Tamgan Tarkan (Ongin), Köl Iç Çor (Ihe-Husotu), Tonyukuk, Köl Tigin, Bilge Kagan anitlari 719-735 yillari arasinda yazilmislardir. Uygurlarin ikinci kagani Moyun Çor Kagana ait Taryat, Tes ve Sine-Usu anitlari 753-760 arasinda dikilmistir. Mogolistanda, Yenisey vadisinde, Kazakistanda, Talasta (Kirgizistan), Kuzey Kafkasyada, Idil-Ural bölgesinde, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Polonyada Göktürk harfleriyle yazilmis daha yüzlerce yazit bulunmustur. Bu küçük yazitlarin 7.-10. yüzyillar arasinda yazildigi tahmin edilmektedir. Demek ki bu yüzyillarda Dogu Avrupa ve Balkanlardan, hatta Macaristandan Güney Sibiryaya ve Mogolistan içlerine kadar uzanan sahada Türkçe, Göktürk harfleriyle yazilan bir yazili dil olarak kullanilmaktaydi.

9. yüzyildan itibaren Türkçenin yazili ürünlerini daha güneyde, Tarim havzasinda da görmeye basliyoruz. 840ta Tarim havzasinda ve Gansu bölgesinde devletler kuran Uygurlar; Göktürk, Uygur, Sogdak ve Brahmi alfabeleriyle kâgit üzerine yüzlerce eser yazdilar, yüzlerce belge biraktilar. Hatta bunlarin bir kismi yazma degil, basma eserlerdi. Uygur yazili eserleri, Gansu bölgesinde 17. yüzyila kadar devam etmistir.

11. yüzyilda Kâsgar ve Balasagun çevresi de bir Türk kültür çevresi olarak ortaya çikar. 1069 tarihli Kutadgu Bilig Balasagunda yazilmaya baslanmis, Kâsgarda Karahanli hükümdarina sunulmustur. 1070lerde Bagdatta kaleme alinan Dîvânü Lûgatit-Türk de aslinda Kâsgar muhitinin eseridir. Türkler 10. yüzyilda Müslüman olduklari hâlde 11. yüzyilda Arap yazisi henüz Türklerin yazisi hâline gelmemisti. Kâsgarli Mahmud 1070lerde Türk yazisinin Uygur yazisi oldugunu kesin sekilde kaydeder.

Kâsgarli Mahmud Türklerin 20 boy oldugunu yazar ve onlari batidan doguya dogru söyle siralar: 1. Beçenek, 2. Kifçak, 3. Oguz, 4. Yemek, 5. Basgirt, 6. Basmil, 7. Kay, 8. Yabaku, 9.Tatar, 10. Kirkiz, 11. Çigil, 12. Tohsi, 13. Yagma, 14. Ugrak, 15. Çaruk, 16. Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hitay. Listedeki Hitayi Kâsgarlinin ifadesiyle "Çin ülkesi" olarak ayirmak gerekir. Bu siralamadan az sonra Kâsgarli Beçeneklerle Kifçaklar arasina Suvarlarla Bulgarlari yerlestirir. Kâsgarlinin iki dilli olduklari için dillerini bozuk saydigi Sogdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Argulari da Türk boylari arasinda saymaliyiz. Demek ki 11. yüzyilda Balkanlardaki Bizans sinirindan Çin ve Mogalistan içlerine kadar Türkçe konusuluyordu.

13. yüzyilda Türk yazi dilinin merkezîlestigi bölge Aralin güneyindeki Harezm bölgesidir. 13.-14. yüzyillarda Altinordunun merkezi olan Hazarin kuzey kiyisindaki Saraydan hatta daha batidaki Kirimdan Tarim havzasinin dogusundaki Gansuya kadar Türk yazi dili kesintisiz olarak kullaniliyordu. Tarim havzasiyla Gansuda kullanilan dile Türkoloji literatüründe Uygur Türkçesi, Altinordu ve Türkistan sahasinda kullanilan dile ise Harezm Türkçesi denmektedir. Ancak ikisi arasinda ses ve gramer yönünden hemen hemen hiç fark yoktur. Yazilari ise farklidir. Birincisi Uygur, ikincisi Arap yazisini kullanir.

13. ve 14. yüzyillarda Türk yazi dili, bu ana sahadan baska üç cografyada daha kullaniliyordu. Bunlardan biri Yukari Idil (bugünkü Tataristan) sahasidir. Burada bulunan mezar kitabelerinin dili Idil Bulgarcasi idi. Ikincisi Misir ve kismen Suriye idi. Buradaki yazi dili Harezm Türkçesine çok yakindi ve Kipçak Türkçesi adini tasiyordu. Üçüncü saha Azerbaycan ve Anadolu sahasiydi. 13. yüzyilda bu alanda Oguz agzina dayanan yeni bir yazi dili dogmustu. Bu yazi dili Balkanlara dogru sahasini genisleterek kesintisiz sekilde bugüne dek sürmüstür. Sadece mezar kitabelerinde gördügümüz Idil Bulgarcasi 14. asirdan sonra yerini Kipçakçaya birakir. Misir ve Suriyede ise 15. yüzyildan sonra Kipçak Türkçesi kullanilmaz olur.

Karadeniz, Kafkaslar, Hazar denizi ve Iran, Kuzey-Dogu Türkçesi ile Bati Türkçesini ayiran tabiî sinirlardir. 11. yüzyildan itibaren Oguzlar Irani asarak Azerbaycan ve Anadoluya gelmisler ve Bati Türklügünü olusturmuslardir. Bati Türklügü 14. yüzyilda Balkanlara tasmis, daha sonra Macaristan sinirina dayanmistir. Bugünkü Irak ve Suriyenin kuzey bölgeleri de Bati Türklerinin 11. yüzyildan itibaren yerlestikleri yerlerdi ve buralardaki nüfus Anadolu Türklügünün tabiî uzantisiydi. Öte yandan Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine de önemli miktarda Osmanli Türkü yerlesmisti. Bütün bu sahalarda Bati Türkçesi ortak bir yazi dili olarak kullanilmistir. 13. ve 14. yüzyillarda Anadolu ve Azerbaycanda yazilan eserleri, yazi dili olarak birbirinden ayirmak kolay degildir. Bu asirlarda yazi dili henüz standartlasmamistir; esasen Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çesitli Türk beylik ve devletleri hüküm sürmektedir. 15. yüzyilda Osmanlilar güçlenerek birligi kurmaya yönelirler ve yeni olusmaya baslayan Istanbul agzi esasinda Osmanli Türkçesi standart hâle gelir. 16. yüzyilda Dogu ve Güney-Dogu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanli topraklarina dahil olur; böylece bu bölgeler de Osmanli Türkçesi alani içine girerler. Kuzey ve Güney Azerbaycan, Iranla birlikte bir baska Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalir. Ancak yine de 16. asirda Azerbaycan ve Osmanli yazi dillerinin kesin sekilde ayrildigini söylemek dogru degildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de sairidir. 17. yüzyildan sonra iki yazi dilinin ayrildigini söylemek mümkündür; ancak aralarindaki fark yok denecek kadar azdir.

Kuzey ve dogu Türklerinde Harezm Türkçesinin devami niteligindeki Çagatay Türkçesi tek ve ortak yazi dili olarak 15. yüzyildan 20. yüzyil baslarina kadar sürdü. Bunun bir tek istisnasi vardi: Kirim Hanligi. Osmanli idaresinde bulundugu için Kirim Hanliginda kullanilan yazi dili Osmanli Türkçesi idi.

13. yüzyildan itibaren iki ayri yazi dili hâlinde gelisen Dogu ve Bati Türkçeleri sürekli olarak birbirleriyle temasta olmuslardir. Çagatay sahasi eserleri, özellikle Nevayî Osmanli ve Azerbaycan Türklerince hep okunmustur. Buna karsilik Osmanli eserleri de özellikle Idil-Ural bölgesinde sürekli okunmustur. Osmanli ve Azerbaycan sahasinda Nevayîye Çagatayca olarak nazireler yazilmis ve bu 19. yüzyila kadar sürmüstür.

1552de Kazanin düsmesiyle baslayan Rus yayilmasi 1885te Bati Türkistanin isgaliyle tamamlanmistir. Dogu Türkistan 1760larda Çin isgaline ugramisti. 19. yüzyilin sonuna gelindiginde bagimsiz olan Türkler sadece Osmanli Türkleriydi.

19. yüzyilin ortalarinda Türk yazi dilleri için yeni bir süreç baslar. Kazan Üniversitesinde hocalik yapan müstesrik ve papaz Ilminski, her Türk boyunun konusma dilinin ayri bir yazi dili hâline gelmesi gerektigi görüsünü ortaya koyar ve bunun için çalismaya baslar. Özellikle Tatar aydinlariyla Kazanda okuyan Kazak aydinlari üzerinde etkili olur. Bu iki Türk boyunun bazi yazar ve sairleri, ortak olan Çagatay yazi dili yerine kendi konusma dillerini yazi dili hâline getirmeye çalisirlar. Yüzyilin sonlarina dogru Tatar ve Kazak yazi dillerinin ilk eserleri verilmeye baslar. Ilminskiye karsilik Gaspirali Ismail, 1884te Bahçesarayda (Kirim) çikarmaya basladigi Tercüman gazetesi ve Türk dünyasinin her tarafinda açtirdigi usûl-i cedit okullari vasitasiyla ortak yazi dilini savunur; bütün Türk dünyasinin sadelestirilmis Istanbul Türkçesinde birlestirilmesini ister. Rusyada Mesrutiyetin ilân edildigi 1905 yilindan itibaren Kirim, Idil-Ural, Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazi dili konusu siki bir sekilde tartisilir. Gaspirali Ismailin tesirinde kalan Türk aydinlari yazi dilinde birlik fikrini savunurlar ve buna uygun eserler verirler. Ilminskinin fikirleri ise baska müstesrikler ve Çarlik memurlari tarafindan yayilmaya çalisilir. Ilminski gibi bir papaz ve müstesrik olan Nikolay Ostroumov 1870ten 1918e kadar Türkistan Vilâyetinin Gazetini çikararak bu gazete vasitasiyla Irancalasmis Özbek agizlarini yazi dili hâline getirmeye çalisir. 1888-1902 arasinda çikarilan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayi, 1905-1908 arasinda çikarilan Mecmûa-yi Mâverâyi Bahr-i Hazar Türkmenceyi yazi dili yapmaya ugrasir. Her üç gazete de Çar idaresince çikarilmaktadir. Yüzyilin basindaki bu tartisma ve uygulamalar kaynaklara ulasmanin zorlugu yüzünden bugüne kadar ciddî sekilde arastirilmis degildir. Ancak 1917deki Bolsevik ihtilâlinden sonra serbest tartisma ortami yok edilmis, Ilminski ve Ostroumovun fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konusma dili ayri yazi dili hâline getirilmistir. Bu süreç Sovyetler Birliginde 1930larda tamamlanmistir. Çin idaresindeki Dogu Türkistanda ise Uygurca, Çagatay yazi dilinin devami olarak sürerken 1949daki komünist idareden sonra mahallîlestirilmistir. Alfabe degisiklikleriyle bu süreç hizlandirilmis, her Türk yazi dili için ayri alfabeler olusturularak farklilik artirilmaya çalisilmistir. Bütün bu çalismalar sonunda bugün 20 Türk yazi dili ortaya çikmis bulunmaktadir: 1) Türkiye Türkçesi, 2) Gagavuz Türkçesi, 3) Azerbaycan Türkçesi, 4) Türkmen Türkçesi, 5) Kirim Tatar Türkçesi, 6) Karaçay-Malkar Türkçesi, 7) Nogay Türkçesi, 8) Kumuk Türkçesi, 9) Kazan Tatar Türkçesi, 10) Baskurt Türkçesi, 11) Kazak Türkçesi, 12) Karakalpak Türkçesi, 13) Kirgiz Türkçesi, 14) Özbek Türkçesi, 15) Uygur Türkçesi, 16) Altay Türkçesi, 17) Hakas Türkçesi, 18) Tuva Türkçesi, 19) Saha (Yakut) Türkçesi, 20) Çuvas Türkçesi. Rusya bugün dahi yeni yazi dilleri olusturma fikrini birakmis degildir. Tataristan Cumhuriyeti disinda kalan Bati Sibirya Tatarlari ile Güney Sibiryadaki Sorlarin agizlari bazi fonlar ve yardimlar yoluyla yazi dili hâline getirilmeye çalisilmaktadir.

Türk dünyasinda 1990dan beri yeni bir süreç baslamistir. Bes Türk cumhuriyeti bagimsiz olmus, digerleri de daha serbest hareket edebilme imkânlarina kavusmustur. Simdi artik kendi kültür politikalarini kendileri tayin edecek duruma gelmislerdir. Nitekim bunun etkisi de kisa zamanda görülmeye baslanmistir. 1991 Araliginda Azerbaycan, 1993 Nisaninda Türkmenistan, 1993 Eylülünde Özbekistan, 1994 Subatinda Karakalpakistan Lâtin alfabesine geçme karari almislardir. Bu ülkelerde yeni alfabeye geçis kademeli olarak uygulamaya konmustur. Öte yandan Kirim Türkleri ile Gagavuzlar da Lâtin alfabesine geçerek bazi süreli yayinlarini yeni alfabeyle basmaya baslamislardir.

"Dil disi sartlar" dedigimiz siyasî, iktisadî ve kültürel iliskiler de Türk yazi dilleri arasinda yeni etkilesim ve olusumlara yol açmaya baslamistir. Türkiyede Türk cumhuriyetlerinin edebiyatlarina ait bazi parçalar lise edebiyat kitaplarina konmustur. Türk Ocaklari, Kültür Bakanligi, TÖMER gibi kuruluslarca Türk lehçelerini ögreten kurslar açilmistir. Nihayet dört üniversitede (Ankara, Gazi, Mugla, Atatürk) Çagdas Türk Lehçeleri ve Edebiyatlari bölümleri açilmistir. Pek çok Türkiyeli genç Türk cumhuriyetlerinde ögrenim görmektedir. Sayilari az da olsa sosyal bilim dallarindaki bazi genç arastiricilar Türk topluluklari arasinda arastirmalar yapmaya baslamislardir. Avrasya televizyonunun bazi genç yapimcilari da Türk dünyasina sik sik giderek yeni yapimlara imzalarini atmaktadirlar. Siyasî, iktisadî, ilmî ve kültürel heyetler de sik sik bu dünyaya yolculuk etmektedir. Türk cumhuriyet ve topluluklarinda uzun süreli kalan is adamlari ve görevliler de az degildir. Bütün bu tesebbüs ve iliskiler Türk lehçelerinin Türkiyeli aydinlar ve gençler tarafindan ögrenilmesine yol açmaktadir.

Türkiye Türkçesinin diger Türklerce ögrenilmesi ise çok daha büyük ölçülerde karsimiza çikmaktadir. Türkiyede ögrenim görerek bizim lehçemizi ögrenen ögrencilerin sayisi 10.000i geçmistir. Iktisadî, kültürel veya ilmî sebeplerle Türkiyeye gelip kisa veya uzun süreli ülkemizde kalan ve Türkiye Türkçesiyle bizlerle anlasabilen pek çok insan vardir. Öte yandan Türk cumhuriyet ve topluluklarinda pek çok okul açilmistir ve bu okullarda on binlerce ögrenci okumakta, Türkiye Türkçesini ögrenmektedir. Dogrudan dogruya Türk televizyonlarini izleyebilen Azerbaycan veya Avrasya yayinlarina bakan Türkistan cumhuriyetleri bu kanalla da Türkiye Türkçesine asina olmaktadir.

Bütün bu temas ve faaliyetlerin sonuçlarini önümüzdeki yillarda görebiliriz. Türk televizyonlarini izleyen Azerbaycanli çocuklar daha simdiden Türkiye Türkçesindeki farkli kelimeleri tanimaya ve hatta kullanmaya baslamislardir. Samaylot yerine uçak kelimesi pek çok Türk topluluguna ulasmistir. Türkiye Türkleri de artik orun (yer), kiyin (zor), çalar (nüans), kayitmak (geri dönmek), aylanmak (çevresinde dönmek), uçrasmak (karsilasmak), tapmak (bulmak) gibi kelimeleri tanimaya baslamalidirlar.

Eski Sovyetler disindaki Türk dünyasi ile iliskilerimiz de artmistir. Bati Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya, Romanya gibi Balkan ülkelerinde yasayan Türklerle artik daha sik temas hâlindeyiz. Balkanlardan gelen pek çok Türk genci de Türk üniversitelerinde okumaktadirlar. Bu ülkelerin çogunda ilk ve orta dereceli okullarda Türkçe ögretim yapilmakta, Türkçe gazete ve dergiler çikarilmaktadir. Hemen hemen hepsinden Türk televizyonlari izlenmektedir. Iranda da Azerbaycan Türkçesiyle (Arap harfleriyle) dergi ve kitaplar yayimlanmakta, belirli saatlere mahsus olarak radyo ve televizyon yayinlari yapilmaktadir. Iranda artik Türkçe egitim talepleri baslamistir. Irakta, 36. paralelin kuzeyinde birkaç yildan beridir Türkçe ögretim yapilmaya baslanmistir; Türkçe gazete ve televizyon yayinlari yapilmaktadir.

Türk dili yarin nasil olacaktir? Yukarida sayilan gelismeler elbette Türk dilinin yarinini büyük ölçüde belirleyecektir. 20 yil sonra Türkiye Türkçesi, Türk dünyasindaki pek çok aydin tarafindan bilinen ve Türkler arasi plâtformlarda kullanilan bir iletisim dili olacaktir. Bu süre içinde Birlesmis Milletlerce kabul edilmis olmasi da muhtemeldir. Türk dünyasinin bazi genç aydinlari az da olsa makale, siir, hikâye ve kitaplarini Türkiye Türkçesiyle yazmaya baslayacaklardir. Onlarin, bizim yazi dilimizle yazdiklari eserlerde kendi lehçelerine ait bazi kelimeler, hatta fonetik ve morfolojik özellikler bulunabilecektir. Böylece bizler de o lehçelerden küçük tatlar almaya baslayacagiz. Süphesiz Türkiye Türklerinden yetismis bazi sair ve yazarlar da eserlerine Türk lehçelerinden kelimeler ve bazi özellikler serpistireceklerdir. Bu hem Türkiye Türkçesinin kendi kaynaklarindan beslenerek zenginlesmesine, hem de yeni tatlarla çesitlenmesine yol açacaktir. Böylece 4000 yil önce Sümer kaynaklarinda görülen agar (agir), di- (demek), dingir (tenri-tanri), dug- (dökmek), men (ben), zae (sen), zag (sag), gisig (esik-kapi) gibi kelimeler önümüzdeki bin yillarda sonsuzluga dogru yollarina devam edeceklerdir
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör



Bu Sayfa 0.227 Saniyede Yüklendi.