TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle sondan eklemeli diller grubunda; köken bakımından da Ural – Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer almaktadır.
Ural – Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Bu gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı yönüyle benzerlik şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu olarak yapılması görüşü benimsenmektedir.
Ural grubu dilleri konusunda derinlemesine yapılan araştırmalar, bu gruptaki dillerin akrabalığını kesinleştirmektedir. Doerfer, Nemeth, Bang, Clauson gibi bilginler, Altay dil ailesine giren dillerin köken akrabalığından ziyade kültür akrabalığı üzerinde dururken Menges, Poppe, Räsänen ve Ramstedt gibi bilginler araştırmalarına dayanarak bu diller arasındaki köken akrabalığını ispatlanmış sayarlar.
Son yıllarda Altaiystik başlı başına bir araştırma alanı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Ural – Altay dilleri teorisi ve Altay dilleri teorisi hakkındaki araştırmalar geliştikçe bu konuda daha detaylı ve tutarlı bilgilere ulaşılacaktır.
Altay dil ailesinin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
1. Bu gruptaki dillerin hepsi yapı yönüyle eklemeli dildir.
2. Ön ekler (artikeller) yoktur.
3. Kelime türetme ve çekim son eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz. Eklerdeki zenginlik ve çeşitlilik dikkat çekicidir.
4. Söz diziminde yardımcı unsurlar (tamlayanlar, belirtenler) önce, asıl unsurlar (tamlananlar, belirtilenler) sonra gelir: insanlık hâli, sözün doğrusu. Mustafa, türkü söylerken kendinden geçiyordu.
Sıfatlar isimlerden önce kullanılır. yeşil ördek, anlayışlı öğrenci, kahraman ordu. Sayı bildiren kelimelerden sonra çokluk eki kullanılmaz:, beş kardeş, üç kafadar, bin konut.
Cümleler, cümleyi oluşturan unsurların ilgisi bakımından, gelişmekte olan düşüncelerin akla geliş sırasına göre değil, tamamlanmış bir düşüncenin düzenli bir hiyerarşisi şeklinde kurulur.
5. Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur. Bu sebeple cümlelerde cinsiyet farkından kaynaklanan değişiklik yapılmaz: Müdür – müdire, memur – memure, Halit – Halide; he – she gibi.
6. Soru eki vardır.
7. Aynı şekilden kaynaklandığı saptanan ortak ekler vardır. Türkçe ile Moğolca arasında bu ortaklık daha belirgindir.
8. Altay dilleri ses özeliklerine göre karşılaştırıldığı zaman birtakım ortaklıklar görülmektedir. Bunlardan en belirgin olanı, ünlü uyumudur. Kelime başında l, r ve ñ ünsüzlerinin bulunmaması diğer bir ortaklıktır.
Türkçe Çağdaş Ve Güçlü Bir Dildir !
Almanya'da resmi dil Almanca'dan sonra halkın konuştuğu en büyük anadil Türkçe'dir. Sayıları iki milyon yediyüz çerçevesinde olduğu sanılan bu Türkçe dilli halk grubu ne yazık ki kendi gücü oranında temsil edilememekte ve Türkçe hak ettiği yeri alamamaktadır. Bugün dünya genelinde 300 milyon kadar insanın konuştuğu köklü ve büyük bir dil olan Türkçe altı ülkede resmi dil konumundadır. Almanya'nın eğitim sistemi ise Türkçe'ye çok dar bir hareket olanağı tanımaktadır. Bu alanın genişletilememiş olmasında Türkçe dilli halk grubunun savsaması ve içinde bulunduğu yanlış kanılar da büyük rol oynamaktadır. Türkçe dili yüzyıllar boyunca savsamaya uğramış, çeşitli etmenler onun gelişimini kösteklemiştir. Bu ağır koşular altında da Türk dili ne yapıp yapıp öz varlığını ve benliğini korumayı başarmıştır. Anlatı yollarının çeşitliliği ve özgünlüğü bakımından dilimiz dünyanın en olağanüstü yetenekte ve güzellikte bir dilidir. Dilde özgürlük ve özerklik ile dilin gelişip varsıllaşması sorunları, birbirlerinden ayrılmayan, birbirleriyle atbaşı yürümesi gereken bir ilkeyi gösterir. Bir dilin varsıllığından ne anlarız? Bir defa, her şeyden önce sözcük dağarcığının varsıllığını dile getirir. Ayrıca engin ve gelişmiş bir dilde anlatım incelik ve çeşitlilikleri; kullanışlı ve varsıl içerikli kavram ve düşünce kalıpları; dilin aşılama, çağrışım ve seçkin uygulama örnekleri yoluyla dile getirdiği düşünceler; renk, canlılık, kıvraklık ve dygulanma unsurları... Birkaç sözcükle söyleyecek olursak geniş anlatı olanaklarının yaratılması ya da esinlenmesi; dil bilinci, dil duygusu, dil estetiği; dilin vurgusu, ses uyumları ve düzenliliği gibi özellikleri; dakiklik, ve ince anlam ayırımları duyarlılığı gibi nitelikler hep dil varsıllığını belirleyen ve simgeleyen özelliklerdir. Bunları da yazınsal dil açısından ve bilimsel, mantıksal anlatım açısından olmak üzere iki bölüm olarak düşünmek yerinde olur. Çünkü, örneğin, bir ve aynı sözcüğün birden fazla anlam taşıması cinas gibi bir yazınsal sanat açısından dilin olumlu bir özelliği sayılabileceği gibi, anlatı açıklığı ve dakikliği açısından olumsuz bir özellik sayılmak durumundadır. Dilimizin ileriye yönelik gelişmelere yetenekli olduğundan şüphe edilmez. Dilin ekin dili ve daha da öte bir bilim dili yönünde geliştirilmesi ise bir devamlılık işidir. Bu amacın gerçekleştirilmesi kesin ve açık bir gereksinim olduğuna göre bu yolda duyulacak tüm çekinceleri ne yapıp yapıp bir kıyıya itmek zorunluluğundayız. Özellikle öğretim dili olarak Türkçe'nin yurdumuzdaki toplumsal yeri günümüzde güncel ve ivedili bir sorun boyutlarını taşımaktadır. Bugün birçok yüksek okulda birçok dersin başka bir dil aracılığıyla verilebiliyor olması çok düşündürücüdür. "Bilim uluslararasıdır. Uluslararası bilim dili ise İngilizce'dir. O halde eğitimi İngilizce yapalım" yanılgısı devam etmektedir. Bilimin uluslararası olan yanı onun yöntemleridir. Hangi konuda araştırma yapılacağı, ne üzerinde çalışılacağı, yani bilimin amaçları, erekleri ise ulusaldır, toplumsaldır, kişiseldir. Yabancı dilin, başlı başına yabancı dil derslerinde, özel yöntemli, görsel ve işitsel dil kurslarında öğretilmesi gerekirken Türkiye'de yeni ve çok verimli yabancı dil öğretme yöntemleri uygulanmamış, onun yerine gittikce sayısı artan okullarda, birçok dersin Türkçe yerine İngilizce verilmesine çalışılmıştır. Öğretim dili olarak Türkçe'nin savsaklamaya uğramış olmasının etkileri Türkiye dışına buralara kadar ulaşabilmektedir. Bir dile verilen toplu ve genel değer yargıları o dilin tüm yayılma ve etkileme alanlarında kendisini gösterir... Böylesine uzun süredir gele gelen genel kanı ve eğilim ise kendine özgü de bir dil mentalitesi geliştirmiştir. İşte bu "kabul edilir olma durumu" etkilerini Avrupa'daki Türklerde de kendisini göstermektedir. Buna bağlı olarak da kendi gelecekleri demek olan çocuklarının, okullarda Türkçe dilini öğrenmeleri yönünde duyarlılığı ve bir çabayı gösterememektedirler. Türk dilini Almanya'da kullanma ve geliştirebilme konusunda çok yetersiz kalmaktayız. Bu durum ise bir ekin yıkma ve kendini dışa bağlama olgusunu da, ister istemez, beraberinde getirecektir. Türk dilini ilerletmek , işletmek ve geliştirmek demek, öteki dillerde, tarihte ve de şimdi bilim, sanat, teknik, endüstri, felsefe, hukuk, ahlak, dil, din, politika, sanat.... alanlarında, başta anıtsal yapıtlar olmak üzere, yazılmış olanların dile kazandırılması ve şimdi, adı geçen alanlarda, o alanların eliyle, dilimize, bilinmeyen, yeni, özgün anlamlar getirmesi ve bunların dile dökülmesi; Türkçe'de, tarihte, unutulmuş olanların temizlenerek diriltilmesi, bırakılmış olanakların yakalanması demektir. Bu eylemlere ise yalnızca dil çalışmaları destek olur. Türk dilini ilerletmek demek, bu işlemlerin bilim, teknik ve endüstri alanının adamlarınca yapılması, bunun Türk dilinden dökülüp yazıya geçirilmesi demektir. Bilindiği gibi Atatürk, Türk dilinin hem anlam hem de biçim yönünden, gerçekleştirilecek Türk ulusuna dönük hümanizması için devlet adına "milli his ile milli dil arasındaki bağlantı çok kuvvetlidir. Dilin milli ve varsıl olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en varsıllarındandır, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır." sözleriyle 2 eylül 1930'da bir çağırıda bulunmuştur. Bu sözler bu gün için de ayni derecede önemlidir ve geçerlidir. Biz öteden beri dilimize büyük ilgi ve özen göstermiş bir ulusuz. Son yıllarda tüm dünyada orta ve gerekse yüksek öğretimde İngilizce'nin ağırlık kazandığını gözlemlemekteyiz. Ayrıca toplumsal yaşamımızda (yirmiye yakın dilden oluşan) Osmanlıca ve Frenkce kokan " dil çorbası dönemi" başlamıştır artık. Sesbayrağımız Türkçe 1980'li yıllarda vurgun yedi. Dikkatlice okuyun gazeteleri, dergileri; bilinç uyanıklığı ile dinleyin televizyonları ve radyoları. Türkiye'deki mağazaların adlarına bir bakın. Kendinizi bir yabancı ülkede hissettiğiniz anlar olacaktır. Türkçe'nin nasıl çırpındığını göreceksiniz. Fransa'daki gibi bir "anadili koruma yasası" benzeri bir yasanın bizde de çıkması sağlanmalıdır. En azından levha ve tabelaların Türkçe sözcüklerle yazılması sağlanmalıdır.Türkçe'den kopanlar, sanki Türkiye'den de uzaklaşıyorlar... Oysa, öğretim ve ekin dili olarak dilimizin önemini yitirmesi, toplumsal yaşamımızda dile hiç önem vermememiz ekin ve uygarlık davamıza aykırı düşen bir durumdur. Almanya'daki durum da Türk dilini çok daha da geriye itmektedir. Dilimizin öz varsıllığını öne çıkarabilmek ve onu dünya dilleri arasında, değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek nasıl sağlanacaktır ? Ya da bizim böyle bir hakkımız ya da görevimiz var mıdır ? Biz bir yandan batı dillerindeki her sözcüğün karşısında bir de Türkçe sözcüğün olmasını isteme durumunda olmamız gerekirken bir de bakıyoruz ki nerede ise Türkçe AFC'de yok olma durumuna doğru itilmektedir. Bunda ana etken dilden mi gelmektedir, yoksa uygulama ve kavram olanlarındaki işlersizlikten mi kaynaklanmaktadır? Bu alanda bir tartışma ortamının oluşması, Türkçe dilli halkın kendi diline sahip çıkması, öyle gözüküyor ki, daha başlamış değildir. Halkımızın genel kanısının tam tersine, Türkçe'nin yalnızca evde konuşuluyor olması yetmez! Okullarda iyi bir anadili eğitimi verilmelidir. sanatcılar, yazarlar ve ozanlar Türkçe'nin engin kaynağından bilinçle yararlanmalı yeni yapıtlar yaratmalıdırlar. Türkçe sevgisini halka aşılamalıdırlar. Bir dilin yaşaması ve onun ileriye dönük olarak gelişebilmesi için, okullarda çağdaş yöntemlerle, uzmanlarınca öğretilmesi gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da Türk dilinde kendini yetiştirebilme olanağını bulabilmiş olan bilimciler yetişecektir. Böylelikle de Almanya'da Almanca'nın yanı sıra Türkçe'yi bilim dili olarak görebileceğiz. Bu da Türkçe dilli halkın geleceğe yönelik bir ereği olmalıdır. İşte aydınımızın ve bilimcimizin bir görevi de bu olacaktır. Bunun bir hayal olmaktan çıkıp, çok ekinli bir toplumun vermesi gereken gerçek bir hak olduğunu görmek, ancak bizlerin tümümüzün, ortak bir çabası sonucu elde edilecektir. "Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."..........
TÜRKÇE'NİN ANADİL OLARAK DÜNYADAKİ YERİ AMAÇ Sovyetler Birliği'nde, Ağustos 1991'deki başarısız darbe girişimini izleyen aylarda, bu devleti oluşturancumhuriyetler sırayla bağımsızlıklarını elde edince gözlerimiz öncelikle Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri'ne çevrildi. Çünkü, artık bu ülkelerle siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda ilişki kurarken söz konusu olan sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalkmıştı. Bu nedenledir ki, bazı genel pürüzler nedeniyle doğan gecikmeler hesaba katılmazsa, artık düzenli olarak Türk Cumhuriyetleri'nin Devlet Başkanları, Başbakanları ve hükümet temsilcileri biraraya geliyor ve çeşitli alanlarda işbirliği olanakları yaratmaya çalışıyor, en azından ilişkileri geliştiriyorlar. Buna ek olarak da düzenli aralıklarla dil kongreleri düzenlenmeye başlanmış bulunmaktadır. Bu kongrelerde ana amaç, öncelikle bir ortak alfebenin en kısa zamanda oluşturulması, Türkçenin bütün lehçelerini kapsayan geniş bir Türkçe sözlüğün hazırlanması, ortak bir dil oluşturulması için gerekli altyapı koşullarının incelenmesi ve bunların oluşturulması olarak özetlenebilir. Bu yazıda, Türkçenin çeşitli lehçe ve şiveleri ile bunları "anadil" olarak konuşan Türk devletleri, özerk cumhuriyetleri ve toplulukları konu edilecek, ayrıca bu lehçe ve şivelerin yaklaşık kaç kişi tarafından konuşulduğuna, bu toplulukların ağırlıklı olarak nerelerde yaşadıklarına yer verilecektir. TÜRKÇENİN LEHÇELERİ VE YAYILDIKLARI COĞRAFYA Burada, (biri dışında) tüm Türk topluluklarının kendi dillerini yani Türkçenin lehçelerini ve şivelerini anadil olarak konuştukları kabulu kesinlikle yanlış olmayacaktır. İkinci dil olarak ise, geçmişte veya günümüzde de bağımlı bulundukları devletlerin resmi dilini konuşmaktadırlar. Bunlar içinden en önemlileri Rusça, Çince, Farsça, Bulgarca ve Ukraynaca'dır. Kuşkusuz bu dillere ayrıca Arapça, Yunanca ile 1960'dan sonra Türklerin işçi olarak yabancı ülkere göçü sonucu öğrendikleri diller olan Almanca, Hollandaca Fransızca ve İngilizce de eklenebilir. Anadolu Türkçesi: Anadolu Türkçesi, Türk dilleri içinde Oğuz dilleri grubunda yer alır. Toplam nüfusları 60 milyona yaklaşan ve Anadolu, Trakya, Kuzey Kıbrıs'ta (Kıbrıs'taki Türk nüfusu yaklaşık 140 bindir) yaşayan Anadolu Türkleri tarafından konuşulan bu dil, Türk lehçeleri arasında en büyük grubu oluşturur. Ayrıca bu lehçe, şu Türk azınlıklarının da ana dilini oluşturmaktadır: Türk Azınlıklar Nüfus Bulgaristan Türk azınlığı 750.000 Batı Trakya Türkleri (Yunanistan) 140.000 Makedonya Türk azınlığı 66.000 Irak Türkmenleri 300.000 Başta Almanya (1.920.000) olmak üzere Hollanda (250.000), Fransa (240.000), Belçika (85.000), ingiltere (65.000) ve Danimarka'ya (37.000) 1960'lı yılların başından itibaren göç etmiş Türkler 2.600.000 Azeri Türkçesi: Anadolu Türkçesine yakınlığı ile bilinen Azeri Türkçesi de Oğuz dil grubundadır. "Azeri Türkleri"nin toplam nüfusu yaklaşık 23 milyon kadardır ve Azerilerin ancak 6,5 milyon kadarı Azerbaycan Cumhuriyeti'nde yaşarken yaklaşık 16 milyon Azeri, İran İslam Cumhuriyeti'nin kuzeyinde (Güney Azerbaycan), 330 bini Gürcistan'da ve 110 bini Ermenistan'da yaşamaktadır. Özbek Türkçe'si: Dilleri Karluk grubunda yer alan "Özbek Türkleri"nin büyük çoğunluğu Özbekistan Cumhuriyeti'nde (16,2 milyon) yaşamaktadır. Başta Tacikistan (1,5 milyon) olmak üzere Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Afganistan'da yaklaşık 3 milyon Özbek bulunmaktadır. Kazak Türkçe'si: Kazakça, Türk dillerinin Kıpçak grubunda yer alır. "Kazak Türkleri"nin büyük bölümü Kazakistan'da yaşarken, komşu cumhuriyetlerde de (özellikle Türkmenisten, Moğolistan) Kazak azınlıklara rastlanır ve toplam nüfusları 9 milyonu aşar. Kırgız Türkçesi: Kırgız dili, Kırgız-Kıpçak grubunda yer alır ve bu dili konuşan Kıgızların sayısı, diğer komşu cumhuriyetlerde yaşayanlarla birlikte 4 milyonu bulur. Türkmence: Türkmenistan Cumhuriyeti'nde bugün 3 milyon, diğer bölgelerde de (İran, Irak, Afganistan) yine yaklaşık 3 milyon Türkmen yaşamaktadır. Dilleri Oğuz grubunda yer alır ve Anadolu Türkçesine çok yakın nitelikler taşır. Tatarca: "Tatar Türkleri"nin 2 milyonu Rusya Devleti'nin içinde (Moskova'nın yaklaşık 750 km güneydoğusunda) Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nde (Kazan Tatarları) yaşarken, 1,1 milyon Tatar yine Rusya içindeki Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti'nde, 350 bini Kazakistan'da ve 300 bini ise Kırım Yarımadası'nda (Kırım Tatarları) yerleşmiştir. Dilleri Kıpçak grubundandır. Başkurt Türkçesi: Günümüzde Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti'nde (Moskava'nın yaklaşık 1.250 km Güneydoğusu'nda 1milyon, diğer bölgelerde ise 1,6 milyon Başkurt Türkü yaşamaktadır. Dilleri Kıpçak grubunda yer alır. Karakalpak Türkçesi: Dilleri Kıpçak grubunda yer alan Karakalpak Türkleri,Özbekistan'da (Aral Gölü'nün güneyinde) Karakalpak Özerk Cmmhuriyeti'inde yaşarlar; nüfusları 500 bin civarındadır. Çuvaş Türkçesi: Çuvaşistan Özerk Cumhuriyeti'nde (Moskova'nın yaklaşık 600 km güneydoğusunda, Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nin kuzeybatısında) 950 bin civarında Çuvaş Türkü yaşamaktadır. Sors Türkçesi: Kültür ve dil yönüyle Hakas ve "Altay Türkleri"ne çok yakın olan Sors Türkleri Rusya'nın Kemerowo bölgesinde (Alma-Ata'nın yaklaşık 1.750 km kuzeydoğusunda) yaşarlar; sayıları 17.000 dolayındadır. Altay Türkçesi: Altay (Oyrat) dili Kırgız-Kıpçak grubunda yer alır. Bu dili konuşan 60 bin Altay Türkü Altay Özerk Cumhuriyeti'nde (Rusya Cumhuriyeti'nde Kemerowo'nın güneyinde, Moğolistan sınırında) yaşarken 70 bini ise diğer bölgelere yerleşmiştir. Uygur Türkçesi: Türklerin ilk yazılı eserlerinde kullanılan Uygurca,Karluk dil grubunda yer alır. Bu lehçeyi konuşan yaklaşık 16 milyon Uygur Türkü (bazı kaynaklara göre 20-23 milyon) günümüzde Batı Çin'de (Doğu Türkistan'da), çok azı ise Rusya'da yaşamaktadır. Gagavuz (Gökoğuz) Türkçesi: Dilleri Oğuz dil grubunda yer alan dolayısıyla Anadolu Türkçesine çok yakın olan Gagavuz Türkleri Moldavya'nın güneyinde 1991 yılında kurulan Gagavuz Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar; nüfusları yaklaşık 160 bindir. Ayrıca Balkanlar'da ve Rusya'nın çeşitli bölgelerinde dağılmış küçük topluluklara da rastlanır. Stavropol Türkçesi: Türkmence ve Nogay diline çok yakın olan bu dil, bölgeye göç etmiş Türkmenler tarafından konuşulmaktadır. Kumuk Türkçesi: Kumuk Türkçesi Kıpçak grubundan olmakla birlikte Anadolu, Azeri ve Karaçay dillerine yakınlık da gösterir. Toplam nüfusları 300 bin kadar olan "Kumuk Türkleri"nin yaklaşık 250 bini Dağıstan bölgesinde (Kuzeydoğu Kafkasya'da) yaşamaktadır. Karaçay Türkçesi: Karaçay dili Kıpçak grubundan olup, Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti'nde (Gürcistan'ın 200 km kuzeyinde) yaşamakta olan yaklaşık 160 bin Karaçaylı tarafından konuşulmaktadır. Balkar (Malkar) Türkçesi: Dilleri hemen hemen Karaçay Türkçesi ile aynı olan Balkar Türkleri Gürcistan'nın kuzeyinde, bu ülkeye komşu olan Balkar Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır; sayıları 85 bin civarındadır. Karaim Türkçesi: Kıpçak dil grubuna ait Karaim dili bugün çok az Karaim Türkü tarafından konuşulmaktadır. Bunlar, Ukrayna'nın batısı, Litvanya ve Polanya'da yaşamaktadır. Hakas Türkçesi: Hakas Türkçesi Kırgız dil grubuna çok yakın olup,Hakas Özerk Cumhuriyeti'nde yaşayan yaklaşık 80 bin Hakas Türkü tarafından konuşulmaktadır. Nogay Türkçesi: Nogay Türkleri, Stavropol ve Dağıstan Bölgesi,Çeçen-İnguş Cumhuriyeti ve de Karaçay-Çerkes bölgesinde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Dilleri Kıpçak grubunda yer alan "Nogaylar"ın sayısı 75 bin dolayındadır. Tuva Türkçesi: Yaklaşık sayıları 220 bin tahmin edilen "Tuva Türkleri"nin 200 bini Tannu-Tuva Halk Cumhuriyeti'nde (Moğolistan'nın kuzey sınırına komşu bölgede) yaşamaktadır. Yakut (Saka) Türkçesi: Moğolcanın etkisi ile hayli değişikliğe uğrayan Yakut dili, tahmini sayıları 400 bin olan ve büyük çoğunluğu Yakut Özerk Cumhuriyeti'nde (Çin sınırına 1.250 km uzaklıktaki Doğu Sibirya'da) yaşayan Yakut Türkü tarafından konuşulmaktadır. Kaskay Türkçesi: Anadolu ve Azeri Türkçesine çok yakın bir Türkçe ile konuşan Kaskay Türkleri, Hasme Türkleri ile birlikte Iran'ın güneyinde yaşarlar; sayıları 700 bin dolayındadır. Ahıska (Mesketi, Meşet) Türkçesi: Dilleri Oğuz grubunda yer alan Ahıska Türkleri günümüzde dağınık olarak Özbekistan, Kırgızistan,Azerbaycan ve Türkiye'de yaşamaktadırlar. Sayıları 200 bin civarındadır. SONUÇ VI. Yüzyılın ikinci yarısından sonra kuzeye, güneye ve önemli ölçüde de batı yönüne göçe başlayan Türk kavimleri, XV. Yüzyılın ortalarında bugünkü Bulgaristan sınırına ulaştılar. 1960'lı yılların başında Orta Avrupa'ya yönelen işçi göçünü, bu göçün devamı olarak nitelendiren bazı yazarlar da görüyoruz. Bu göçler sırasında sahip olunan özgün kültür, etkilenişim içinde bulunan diğer kültürlerle zenginleşmiş, ancak anadil olarak konuşulan Türkçe korunmuş ve böylelikle
|