Bilginin Adresi Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Yaşama Dair > Eğitim Dünyası > Ödevler
  Aktif Konular Aktif Konular RSS - Felsefe Konulari
  SSS SSS  Forumu Ara   Events   Kayıt Ol Kayıt Ol  GiriÅŸ GiriÅŸ

Felsefe Konulari

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Felsefe Konulari
    Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:21
 
Platon
çok önemli bir Antik Yunan filozofudur. M.Ö. 427 – M.Ö 347 yılları arasında Atina’da yaşamıştır. Asıl adı Aristokles'dir. Geniş omuzları ve atletik yapısı yüzünden, "Platon" (geniş göğüslü) lakabı ile anılmış ve tanınmıştır.

Yirmi yaşından itibaren ölümüne kadar yanından ayrılmadığı Sokrates’in öğrencisi ve Aristoteles’in hocası olmuştur. Atina’da Akademi’nin kurucusudur. Platon’un felsefi görüşlerinin üzerinde hala tartışılmaktadır. Platon, batı felsefesinin başlangıç noktası ve ilk önemli filozofudur. Antik çağ yunan felsefesinde, Sokrates öncesi filozoflar (ilk filozoflar veya doğa filozofları) daha ziyade materyalist (özdekçi) görüşler üretmişlerdir. Antik felsefenin maddeci öğretisi, atomcu Demokritos ile en yüksek seviyeye erişmiş, buna mukabil düşünceci (idealist) felsefe, Platon ile en doruk noktasına ulaşmıştır. Platon bir sanatçı ve özellikle edebiyatçı olarak yetiştirilmiş olmasından büyük ölçüde istifade etmiş, kurguladığı düşünsel ürünleri, çok ustaca, ve şiirsel bir anlatımla süsleyerek, asırlar boyu insanları etkilemeyi başarmıştır.

Modern filozoflardan Alfred North Whitehead’e göre Platon’dan sonraki bütün batı felsefesi onun eserine düşülmüş dipnotlardan başka bir şey değildir. İslam ülkelerinde kendisine Eflatun da denir. Görüşleri İslam ve Hristiyan felsefesine derin etkide bulunmuştur.

Platon eserlerini diyaloglar biçiminde yazmıştır. Diyaloglardaki baş aktör çoğunlukla Sokrates’tir. Sokrates insanlarla görüşlerini tartışır ve onların görüşlerindeki tutarsızlıkları ortaya koyar. Platon çoğunlukla görüşlerini Sokrates’in ağzından açıklamıştır.


Platon, algıladığımız dış dünyanın esas gerçek olan idealar ya da formlar dünyasının kusurlu kopyaları olduğunu, gerçeğe ancak düşünce ve tahayyül yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, insan ruhunun ölümden sonra beden dışında kalıcı olan idealar dünyasına ulaşacağını söylemiştir. Görüşleri ortaçağda Arap filozoflar tarafından saklanmış, Rönesans sonrasında Antik Yunancadan çevirileri yapılmıştır.


FELSEFESİ
Platon'un felsefesini, beş önemli kuram içersinde toplamak mümkündür. Bunlar, “bilgi”, “idealar”, “ruhun ölümsüzlüğü”, “evrendoğum” (Cosmogonie, Cosmogony - Evren'in oluşumunu inceleyen bilim dalı) ve “devlet” ile ilgili kuramlarıdır. Platon, bütün yaşamı boyunca hocası Sokrates'den edindiği ilham ile gerçek bir ahlakçı olarak kalmış, tüm bu kuramları, etik ağırlıklı görüşlerle irdeleyerek geliştirmiştir. Sokrates ve Platon'a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Erdemin temeli “bilgi”, özü “idealar kavramı”, gerekçesi “evrendoğum”, güvencesi “ölümsüzlük”, yaşamsal sığınağı “devlet”tir.

Platon, elli yıllık uzun bir süre boyunca bu kuramsal yapıyı düşünmüş, ilintili felsefi meselelerle didişmiş ve bu arada görüşlerini düzeltip olgunlaştırmıştır. Bu yüzden Platon felsefesinin incelenmesi açısından en akılcı yol, bu değişim ve gelişmeyi takip ederek, öğretinin geçirdiği evreleri anlamaya çalışmaktır.


SOKRATRSÇi DÖNEM
"Gençlik dialogları" veya "Sokratik dialoglar"ın kaleme alındığı dönemdir. Bu çalışmalarda Platon, hocasının öğretisini, gerçeğe en uygun şekilde vermeye çalışan, katıksız bir Sokrates'çidir. Bilgi ve erdem sorunlarının irdelendiği etik içerikli bu konuşmalarda Platon, henüz felsefeyi ileriye götürme çabalarına girişmemiştir.


GEÇİŞ DÖNEMİ
Platon felsefesi ile ilgili olarak mümkün olan en kısa tarifi vermek istersek, onun tıpkı Sokrates öncesi “Doğa Filozofları” gibi, mutlak ve değişmez olan ile değişen arasındaki ilintilerle ilgilendiğini söyleyebiliriz. İlk filozoflar, doğada mutlak ve değişmez olanı aramışlar, Platon ise hem doğada, hem de ahlak ve toplum yaşamında mutlak ve değişmez olanın peşinden koşmuştur.

Geçiş dönemi çalışmalarında, hareket noktasının sofist öğreti olduğunu görüyoruz. Sofist tezleri, bazen küçümseyici, çok kere de alaycı bir dille tenkit ettiğini bildiğimiz Platon'un bu seçimi, öyle pek gelişi güzel değildir. Yukarda gördüğümüz gibi, Thales'den Demokritos'a kadar tüm doğa filozoflarının felsefeye materyalist yaklaşımlarından sonra, insanı odaklayan ilk öğretiler, sofistler tarafından ortaya atılmış ve bu görüşler Platon'un ahlakçı ve toplumsal analizleri için müsait bir temel oluşturmuştur.

Bu aşamada Platon, sofistlerin hazza dayanan yaşam görüşlerini detaylı bir tartışmaya açarak, Sokrates öğretisini aşmaya karar vermiş görünmektedir. Yine de sofist disiplinin karşısına, ustasının "iyi" kavramı ile çıkar;

"İYİ, doğru bir yaşamın kesin ölçütü ve amacıdır."

Platon, bu tezin sağlam temellere oturtulabilmesinin, içerdiği "doğru" kavramının tarif edilebilir, hiç değilse araştırılabilir bir şey olması ile mümkün olduğunu kavramıştır.

Bu zorlu meseleyi çözmeye çalışırken; "Aradığımız şey bilinen bir şeyse, bunu aramaya gerek yoktur. Bilinmeyen bir şeyse, bulduğumuz şeyin aranan şey olduğunu nereden bileceğiz ?" sorusu ile sofistler, Platon'u zor duruma sokmuşlardır. Filozof bu meseleyi, Orpheus ve Pythagoras'çı öğretilerden edindiği "ruhun ölmezliği" kavramı ile çözmeyi deneyerek, Sokrates disiplinini aşma yolunda ilk adımı atmıştır.

Ruh ölümsüz olduğuna göre, aranan doğru ile daha önceki yaşam dönemlerinde muhakkak karşılaşmış olmalıdır. Ölümsüz bir ruh taşıyan insanoğlu için "öğrenmek", eskiden bilinen bir şeyi hatırlamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir. Ancak ölümsüz ruhunu eski yaşamında gördüklerinden anımsadıkları son derece muğlak bilgilerdir. Üstüne üstlük, bir de bu dünyadaki doğrudan algılamaların getirdiği zihni karmaşa, bu bilgileri daha sallantılı tasavvurlar haline dönüştürmektedir.

Platon bir diyalogda, Sokrates'in ağzından şunları söylemektedir; "Ben bir ebeyim. Şu farkla ki, kadınları değil, erkekleri doğurtuyorum. Benimle konuşmaya başlayan, önce bilmezmiş gibi görünür. Ama konuşma ilerledikçe açılır ve anımsamaya başlar. Bununla beraber, benden bir şey öğrenmediği bellidir. En güzel bilgileri, sadece kendi içersinde bulur ve ortaya koyar."

Böylelikle Platon öğretisinin, "doğru sanı" (orthe doxa) ve "bilgi" (episteme) arasındaki karşıtlık ile ruhta bilinçsiz bir halde mevcut, "doğuştan tasavvurlar" şeklinde özetlenebilecek iki ana görüşüne varılmış olmaktadır. Doğru sanı, muğlak ve süreksizdir. Bilgi ise bir temele, bir nedene (logos'a - Herakleitos öğretisinde Evren'e egemen olan yasa, düzen ve tanrısal aklı betimlemek için kullanılan sözcük) bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur.


OLGUNLUK DÖNEMİ
Sokrates'in "bilgi erdemdir" tezini daha bir derinlemesine irdeledikten sonra, iki tür bilmenin söz konusu olabileceği görüşünü öne sürer Platon. Doğru sanı (doğru algılama) ile bilgi, iki ayrı dünya yaratmıştır. Bir yanda meydana gelen ve yok olan, doğru sanının, rölatif gerçekliklerin dünyası, diğer yanda, sağlam ve sürekli, asıl gerçekliğin, "idealar"ın dünyası. (Le monde sensible et le monde intelligible)

Platon'un bilgi kuramının çıkış noktası Protogoras'çıdır. Bir şeyi bilen kişi, onu algılayan kişidir. Bu yüzden "insan her şeyin ölçüsüdür". "Algı, daima var olan bir şeydir. Bilgi olduğu için de şaşmaz" diyor Protogoras. Platon bu görüşe, Herakleitos'un, "var dediğimiz her şey, gerçekte oluş sürecinde olan bir nesnedir" şeklindeki "akış kuramı"nı katar. Platon,

Bilgi bir algıdır; (hatta aslında bilgi, bir algılama yargısıdır.)
İnsan her şeyin ölçüsüdür;
Her şey akış halindedir;
şeklinde özetlenebilecek kuramın, algılanan nesneler için doğru, gerçek bilgi açısından yanlış olduğu sonucuna varmıştır.

Ünlü "idealar kuramı", işte bu bilgi (episteme) anlayışından doğmuştur. Gerçek bilginin temeli, ancak idealar dünyasında bulunabilir. İdea birliktir. Bölünemez, değişmez, öncesiz ve sonrasız olarak, kendi kendine eşit, hep aynı kalan bilgidir. Doğru sanılar yolu ile duyumlanan nesneler ise, hiç durmaksızın oluşur, değişir ve yok olurlar. ("Akış kuramı" gereği olarak.)

Platon, Herakleitos'çu öğretiden alarak idealar kuramına taşıdığı, "Evren'de değişmeyen ve aynı kalan hiç bir şey yoktur, her şey akar" mantığından hareketle, "madem ki Evren'de değişmeyen hiç bir şey yoktur, o halde, gelip geçici bilgilerin (göreceli/rölatif gerçeklerin) değişmez ilksiz ve sonsuz, hep aynı kalan asılları olması gereken gerçek bilgiler, (idealar) bu Evren'in dışında bir yerlerde olmalıdır" sonucuna varmıştır. Platon, bu düşünceleri ile felsefeye çok önemli boyutlar getirmiştir.

Platon'un idealar kuramı, hem mantık hem de metafizik içeriklidir;

Kuramın mantıksal dizini, Parmenides'in "eğer dil bir saçmalık değilse, sözcükler bir anlam taşımalıdır. Üzerinde konuşulsun veya konuşulmasın, var olan nenleri anlatmalıdır" tezinden hareket eder. Örneğin, doğru olarak, "bu at'tır" diyebileceğimiz pek çok hayvan vardır. Bir hayvan, atlara özgü genel yapıyı taşıdığında "at"tır. Dil, "at" gibi genel mana içeren sözcükler olmaksızın yaşayamaz. Bu sözcük eğer bir şeyi betimliyorsa, bu her hangi bir "at" değil, evrensel "at" kavramıdır. Bu kavram, her hangi bir at doğduğunda doğmaz, her hangi bir at öldüğünde de ölmez. Bir varlık da değildir. Uzay'da bir yer kaplamadığı gibi, zaman ile de sınırlandırılamaz.
Kuramın metafizik bölümüne göre "at" sözcüğü, belirli bir düşünsel (ideal) at'ı, Tanrı'nın yarattığı tek bir at'ı, ilk ve ana örneği, kalıbı betimler. Tek tek atlar, ideal at ile ortak bir yapıya sahiptirler. Bu ortaklık, az ya da çok eksiktir (kopye tam ve yetkin değildir). Bu yüzden tek bir at ideası ve çok sayıda at vardır. Düşünsel (ideal) at gerçek, tek tek atlar görüntüseldir.
Temel düşünce yapısı itibariyle "Batı metafiziği"nin kurucusu olarak anılan Platon, bu düşünsel zincirin ilk halkası olarak kabul ettiği "ruhun ölmezliği" kavramını, alışılagelmiş mythos halinden soyutlayarak, daha sağlam temellere oturtması gerektiğini de hissetmiştir. Bu noktada, ruhun ölümsüzlüğü yanında, idealar dünyasından geldiğinin ve kökünün orada olduğunun da belirlenmesi gereklidir.
İdealar dünyasından gelerek, insani beden ile birleşen ölümsüz ruhun amacı, asıl yurduna tekrar kavuşmaktır. Beden, bu isteğin gerçekleşmesine yardımcı olarak işlevini yerine getirmelidir. Bu kavuşmanın gerçekleşmesi, idealara ulaşmaya, ideaları bilmeye bağlıdır. Bu bilgi de yine bir anımsamadır. Ancak bu anımsama işleminin frekansı, ruh ve bedenlere göre değişkenlik gösterir. Platon'a göre ruhlardan çok büyük bir çoğunluğunun anımsadığı bulanık görüntülerdir. Ruhlardan küçük bir azınlıkta "algılama yetisi", daha az bir oranında "anlama yetisi" ve nihayet pek azında, ideaları tamamiyle hatırlayabilme, "akıl yetisi" vardır. Bu sonuncular, rölatif gerçeklerden algıladıklarına dayanarak, hangi ideaların hayalleri ile karşı karşıya olduklarını tanımlayabilirler. (Platon kendisini, bu kategori bireylerden saymaktadır.) Yeryüzü, idealar dünyasına benzer. Yeryüzündeki her nen, idealar dünyasından pay almıştır. Bu anımsama vetiresinin irdelenmesi Platon'u, "sevgi" (eros) kavramına götürmüştür. Yaşadığımız ve idealardan pay almış bu dünya'yı, objektif kriterler çerçevesinde algılayabildiğimizde, gerçeklere varabilmemiz mümkündür diyor ünlü düşünür. Platon'a göre bunun en çarpıcı örneğini, "güzel" kavramının değerlendirilmesinde görmekteyiz. Sevgi, güzele yönelmektedir. Zira güzel kavramı, idealar dünyasındaki gerçekliğin anımsanması sonucu verilen bir hükmü içermekte ve dolayısiyle sevgiyi yaratmaktadır. Platon sevgi'yi, (eros) bütün ölümlülerde rastlanan bir ölümsüzlük çabası olarak tanımlar. En basit hali ile eros, tüm insanlarda, kendilerini yaşatacağına inandıkları bir nesil yetiştirme iç güdüsü olarak görülmektedir. Ancak bazı insanlarda "eros" kavramı, daha üstün bir niteliğe bürünmüştür. Bu seçkin kişilerde, yani ideaları tamamiyle hatırlama yetisine (aklına) sahip bireylerde eros, bu güzelliklere ulaşmak ihtirası şeklinde tezahür eder. Bu arzuyu gerçekleştirebilecek bilgilerin eksikliğini hisseden seçkinler, bilgisizlikten kurtulmak çabası içersinde bulurlar kendilerini. Bu kişiler eros'u, dünyaya çocuk getirmekten öte bir işlev, idealara ulaşarak erdemli işler yapmak ve yeryüzünde sürekli bir isim, sonsuz bir şeref bırakmak çabası ve aşkı olarak görürler.

Felsefi meseleleri inceleyen birçok düşünür tarafından yazılan incelemelerde, "iyi, doğru ve güzel kavramları, insanoğlunun doğuştan sahip olduğu özelliklerdir" şeklinde dile getirilen Platon öğretisinin altında yatan düşünsel zincir budur.


Raffaello'nun çizimi ile Platon
YAŞLILIK DÖNEMİ
Platon bu aşamada, önceleri ele aldığı birçok konuyu tekrar gündeme getirerek, bir kez daha incelemiştir. İlgisi daha çok ahlaki (ethic) sorunlar ile insanoğlunun mutluluğuna yöneliktir. Yetkin (kamil) insan yerine, yetkin toplumu tarif etme çabası içersindedir. Yetkin topluma ve dolayısiyle toplumsal mutluluğa erişmenin yolu, ideal devlet düzeni içerisinde yaşamaktır. Devlet yönetimi ile ilgili olarak en çok üzerinde durduğu konular, dostluk, hitabet ve siyaset san'atlarıdır. Platon'a göre sorunlar, ancak felsefe ile çözülebilir. Gerçek dostluk, hikmet sevgisi (eros) ile ruhları tutuşmuş insanların beraberliğinden başka bir şey değildir. Hitabet san'atı ise ruhun, bildiklerini sözlerle anımsatmaya çalışmasıdır. İnsanların doğal amaçları olan toplumsal mutluluğu sağlamakla görevli devlet yönetimi san'atı da, felsefe olmadan yapılamaz. Nelerin toplumsal mutluluğu yaratabileceğini, felsefeden başka hiç bir şey tarif edemez.

Bu noktada önemli bir zorlukla karşılaşmaktadır filozof. "Siyaset sanatı ve ideal devlet düzeninin gerektirdiği çözümleri sadece felsefe üretebilir." Ancak Platon, kendisinden çok sonraları stoacı düşünür Kıbrıs'lı Zenon'un (İ.Ö. 336 - 264) tasarladığı gibi, sadece bilge ve erdemli kişilerden kurulu bir akıllı insanlar toplumuna ulaşmanın imkansızlığını, hemen kavramıştır. Bu görüşünü de, "yığınlar hiç bir zaman filozof olmayacaktır" özdeyişi ile vurgulamaktadır. Dolayısiyle toplumları mutluluğa ulaştırmak, yönetimin bilge kişilere teslim edilmesi ile mümkün olur. Platon'a göre, "başa filozoflar geçmez, ya da baştakiler felsefe yapmazlarsa, insanlığın acıları asla sona ermeyecektir."

Devleti teşkil eden bireyleri, işlevleri açısından üç kategoriye ayırıyor düşünürümüz ; zenginliği sevenler, şerefi sevenler ve bilgiyi sevenler. Bu ayırım bir başka şekilde şöyle ifade edilebilir; halk, askerler ve koruyucular. (Siyasette söz sahibi olanlar, koruyuculardır.) Toplumu meydana getiren fertlerin tamamı, bu üç özellikten birini, diğerlerinden daha fazla arzu edecekler ve isteklerine, ideal devlet düzeni içersinde ulaşacaklardır.

İdeal devlet kavramı içersinde, genç nesillerin eğitimi için şiir ve musikiye verilen önem, "güzel sevgisi"ni öne çıkartan bir anlayıştır. Platon, idealara estetik yolu ile erişme metodu (estetik yolu ile anımsama) olarak tarif edilebilecek bu görüşten zamanla vazgeçmiş, daha objektif sayılabilecek bir yönteme, matematiğe doğru yola çıkmıştır. Matematiği kullanarak idealara ulaşılabileceğini düşünen filozof için bu çaba, bir bakıma ruhun idealar dünyası özlemi ile bu gayeye yönelik bitmez tükenmez bir gayret anlamını da taşımaktadır. Ruh, beden içersinde bir hapishanededir. (Sima Sema) Buradan ruh, kendisini ancak bilgi ve erdem ile kurtarabilir. O halde bilge kişi, idealar dünyasına özlem duyan bir ruh taşıdığının şuurunda olarak, kendini ölüme hazırlamış olmalıdır. (Nasıl ki Sokrates kendini ölüme hazırlamış ve yaşam karşılığı hiç bir ödün vermemişse...) Yukarda değinilmiş bulunan anımsama (anamnesis) süreci, ruhun daha evvel de var olduğunun kanıtıdır. Bu aşamadaki ölüm özlemi ise, ruhun ilerde de varolmaya devam edeceğinin göstergesidir. Ruh ölümsüz olmasa idi, böyle bir istek duymazdı. Ruh bu yüzden, öncesiz ve sonrasız diye tarif edilen idealardan biridir ve dolayısiyle kökü, idealar dünyasındadır.

Yaşlılık dialoglarında Platon, doğa meselelerini de ele alarak, yeni bir dünya görüşüne varmayı denemiştir. Bu analiz hemen tamamı itibariyle Anaksagoras'ın teolojik görüşünün didik, didik edilmesi şeklindedir. Doğa'da bütün olup bitenler bir amaca (telos) yöneliktir. Her şeyin gerçek nedeni "Nous"dur. Tanrısal akıl ya da doğrudan Tanrı olarak tarif edilen "Nous" işe karışmadan önce Evren, Demokritos'un materialist (özdekçi) öğretisi ile betimlediği mekanik bir tözdür. Platon'a göre, Nous tarafından biçimlendirilerek "Kaos'dan düzene" geçirilmiş, ruhu ve zekası olan bir canlıdır Evren. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Evren, Tanrı tarafından bilinen "dünya ideası"na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür.

Küre biçimindedir. Zira, her noktası benzer olan tek şekil küredir.
Döner. Zira, eli ayağı olmayan, küre biçimindeki bir töz için tek yetkin devinim dönmedir.
Tektir. Zira, yetkin bir kopye olarak yapıldığından, birden çok olamaz.
İlksiz ve sonsuzdur. Zira, aslı, ideası, ilksiz ve sonsuzdur.
"Nous" her şeyi, her şey için iyi olana göre düzenler. En büyük ve en doğru düzenleyicidir.

Bir evrim daha geçiren Platonik düşüncede "güzel" kavramı, artık yerini "iyi"ye, ama "herkes ve her şey için iyi olana" bırakmıştır. Değerler skalasının en üstüne yerleşmiştir "İYİ" Böylelikle iki kavram özdeşleşmiş olmaktadır. Nous veya Tanrı, "iyi"nin ta kendisidir. Yarattığı ve biçimlendirdiği dünya da, eksiksiz ve yetkin olmalıdır. Bu eksiksiz ve yetkin dünya, idealar dünyasıdır. Duyumlar dünyası ise, tanrısal bir takım sınırlamalar nedeniyle, idealar dünyasına, ancak olabildiğince uygun olacaktır.

Değerler skalasında "iyi" kavramının altında sıralanacak çeşitli erdemlerin yerlerinin belirlenmesinde matematik, bir ayıraç olarak kullanılmalıdır. Ancak bu yolla aşağı doğru bir sıralama yapılabilir. Yukarı doğru yapılması gerekli bir sıralamada ise, dialektik kullanılacaktır. (Platon, tümdengelim veya tümevarımı ifade eden hiç bir sözcük kullanmamıştır eserlerinde. Buna rağmen, bu tür tariflerden adı geçen metotları en azından bir kavram olarak disipline etmiş olduğu anlaşılmaktadır.) Yukarıya doğru yapılacak analizlerde çıkış noktası olarak kullanılacak varsayımlardan (hypothesis) hareketle hedeflenen sonuç, "temel töz"e (arkhe) ulaşmak olmalıdır. Arkhe'ye bu aşamada yüklenen tanrısal nitelik, metafizik açıdan dikkate değer bir özellik meydana getirmektedir.

Platon felsefesindeki bu değişim çok enteresandır. İlk filozoflar veya doğa filozoflarına ait materyalist felsefenin, temel töz'e (arkhe'ye) ulaşmak yönündeki idealine, metafizik yolu ile bir dönüşümü içeren, çok geniş çaplı bir daire böylece tamamlanmaktadır.
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:22
Felsefede kullanılan bazı sözcüklerin tanımları:
 
Apriori: Deneyden önce gelen.Alman filozof Kant'a göre, bilgi edinmemizi sağlayan akıl kalıpları(Kategorler) Aprioridir.
---------------------------------------------------------------------
Aposteriori: Eeneyle elde edilen, deneyden gelen bilgilerdir.
---------------------------------------------------------------------
Bilgi: Bilenle(Süje), bilinen(Obje) arasındaki ilişki.
---------------------------------------------------------------------
Bilgi Teorisi(Bilgi Kuramı): Bilginin ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini, kaynağını ve değerini konu alan felsefe dalı.
---------------------------------------------------------------------
Çıkarım: Verilmiş bir yada daha çok önermeden sonuç çıkarma işlemi.
---------------------------------------------------------------------
Dialektik: Bir kavramdan diğerine, çelişmeleri ortadan kaldırarak, ilerleyen düşünme yolu.
---------------------------------------------------------------------
Dogma: Bir felsefe veya inanç sisteminin, temelindeki inanca dayalı önerme ve yargılar.
---------------------------------------------------------------------
Düalizm: Herhangi bir konuda birbirlerine indirgenemeyen iki başlangıç olduğunu savunan görüşlerin adı.
---------------------------------------------------------------------
Elan Vital:Hayat hamlesi.Bergson'a göre hayat yarayıcıdır.Yani yaratıcı güce sahiptir.
---------------------------------------------------------------------
Etik: Ahlaki olanın temellerini araştıran.Felsefenin bir alt disiplini.
---------------------------------------------------------------------
Fenomen: Olay, görünüş.
---------------------------------------------------------------------
Fenomenoloji: Olay bilim.Duyularla algılanabilen nesnelerin bilgisi.
---------------------------------------------------------------------
Göreli(izafi): Bir başka şeye göre olan.
---------------------------------------------------------------------
İdea: Platon'a göre gerçek varlık veya varlıklar.
---------------------------------------------------------------------
Kaos: Genelde bütün ögelerin karmakarışık olduğu ilkel durum.
---------------------------------------------------------------------
Metafizik: Aristoteles'in çeşitli konularda yazmış olduğu eseleri düzenledikten sonra, fizik konusundaki eserlerinin dışında kalan eserlerine verilen addır.
---------------------------------------------------------------------
Mutlak: Hiçbir ilişkiyi gerektirmeksizin, kendiliğinden var olan.Varlık nedeni kendinde olan şey.
---------------------------------------------------------------------
Nihilizm(Hiçcilik): Varlık, bilgi ve değer olarak hiç bir şeyin varlığına inanmayanların kendinde olan şey.
---------------------------------------------------------------------
Oluş: Bir varlığın oluş süreci.
---------------------------------------------------------------------
Önerme: Doğru veye yanlış olan bir yargıyı dile getiren tümce.
---------------------------------------------------------------------
Sentez(Birleşim): Tek tek verilmiş ögeleri biraraya getiren özel bir yöntem.
---------------------------------------------------------------------
Sezgi: Hiçbir aracı gerektirmeden doğrudan doğruya bilgi elde etme yöntemi.
---------------------------------------------------------------------
Sofist: Gençlere para karşılığı ders vererek onlara güzel söz söyleme sanatını ve ikna etmeyi öğreten filozof.
---------------------------------------------------------------------
Tez,antitez,sentez:İnsanın düşünürken, bir konuda belirleme yapmak için ileri sürdüğü önermeler ''tez''dir.İleri sürülen bu ilk önermelere karşı olan önermeler ''antitez''dir.Tezlerle, antitezlerin uzlaşması sonucunda ortaya çıkan önermeler ''sentez''dir.
---------------------------------------------------------------------
Tümevarım: Özelden genele, tekil olandan tümele doğru zihnin işleyiş yöntemidir.
---------------------------------------------------------------------
Varlık: İnsan bilincinden bağımsız olarak var olan.
---------------------------------------------------------------------
Vetire(süreç): Birbiri ardından değişik gelen olaylar dizisi.
 
 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:23
LOJİSTİK (SEMBOLİK MANTIK)





Modern lojistik gibi çok geniş bir araştırma alanı hakkında kısa bir yazı içinde ancak basit bir taslaktan fazlasını verme olanağı yoktur. Bu yüzden, bu yazının birinci kesiminde lojistik ve gelişimi üzerine genel olarak sözedilecek; ikinci kesimde, en az ölçüde de olsa, lojistik yöntem hakkında okuyucunun yeterli bir izlenim edinmesine gayret edilecektir. Lojistik yönteme örnek olarak da, basit önermeler kalkülü seçilmiştir. Çünkü bu kalkül, dedüksiyon kuramının temeli olarak, öbür lojistik kalküller karşısında (yüklemler kalkülü, sınıflar kalkülü, ilişkiler kalkülü, v.b.) lojistiğin içinde taşıyıcı bir rol oynar.



1. GENEL



1. Lojistik Ne Demektir?



Conturat, Itelson ve Lalande, �lojistik� sözcüğünden, bir kalkül oluşturmaya hizmet eden her türlü mantıksal teoriyi kastederler (1904). Kalkül ise, işaretler ve kurallar hakkında geliştirilmiş olan bir sistemden hareket ederek, bu işaret ve kuralların kullanımı üzerine geliştirilmiş olan bir yapma dildir.



Bir kalkülde kurallar, sadece, bu işaretlerin grafikleştirilmiş formlarını gösterirler, onların içeriksel anlamlarını değil. Lojistikte kullanılan böyle bir yapma dil, az sayıda temel simgelerden inşa edilmiş olduğundan, �lojistik� e, Anglosakson dil çevresinde ayrıca ve yaygın olarak �sembolik mantık� da denir. Ama lojistikten sık sık �matematiksel mantık� olarak da sözedilir; çünkü mantıksal kalküllerin kurulması sırasında, matematiğin işaret dili burada bir model olarak alınır; zaten ilk mantıksal kalküllerin matematikçiler tarafından geliştirildiği görülür ve matematikçiler herşeyden önce, bu kalkülleri matematiğin mantıksal temellerini açıklamak amacıyla geliştirmişlerdir.



Lojistiğin �matematiksel mantık� adıyla kazandığı bu sonuncu görünüm B. Russell ve A.N. Whitehead�ın �Principia Mathematica� (1910-1913) adlı yapıtlarıyla birlikte standartlaşmış ve klasikleşmiştir. Ama lojistiğin bu görünümü, lojistiği, matematiğin veya matematikçilerin özel mantığı gibi görme yanılgısına sürükler. Daha sonra yaygınlaşmış olan bir başka yanılgıya göre de , lojistik, belli tarzlarda kalküller geliştirme çabası içinde, yararsız bir formel oyun ya da daha da kötüsü, canlı insan düşüncesini yayan bir mekaniğin içine hapsetme, doğal dilin zenginliğini soyut bir formalizm içinde törpüleme girişimidir. Bununla ilgili olarak, slogan haline getirilmiş bir deyimle, lojistikte �tinin atomize edilmesi� nden sözedilir.



Tüm bunlara karşılık, aslında lojistik, ancak belirli ve sınırlı amaçlar için başvurulan bir araçtır; bu araç yardımıyla, dedüktif çalışan bilimlerin başvurdukları her türlü kanıtlamalar, kesinlik, kusursuzluk ve mantıksal geçerlilik bakımlarından denetlenebilir ve ayrıca, mantıksal ilişkilerin kendilerine de, kalkül olmaksızın erişilemeyecek olan bir saydamlıkla bakma olanağı doğar. G. Frege �ye göre (1879), kalkülün yaşayan dille olan ilişkisi, mikroskopun insan gözüyle olan ilişkisiyle karşılaştırılabilir. Kalkül ve mikroskop, daha incelikli bir araştırma yapma görevini yerine getirmek bakımından mutlaka gereklidirler. Buna karşılık göz ve yaşayan dil, optik ve mantıksal bakımdan mükemmel olmamalarına rağmen ve hatta bundan dolayı, sınırsız sayıdaki görevleri pratik yoldan ulaşılmış bir etkinlik derecesinde her zaman yerine getirebilirler. Bu açıdan bakıldığında, kalkül ve mikroskop, bu gibi görevleri yerine getirme konusunda yararsızdırlar.
 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:23
 ÖĞRENME
Öğrenmenin iki kaynağı vardır:birisi kendi yaşantımız diğeri eğitim öğretimdir.Öğrendiklerimiz ya kendi yaşantımıza yada başkasının geçmiş deneyimine dayanır.Hangi kaynaktan gelirse gelsin her öğrenme davranışlarımızda az ya da çok bazı sürekli değişikliklere yol açar.Davranışın değişmesi eskiden yapılamayan bir hareketin yapılması,bir görüş ve düşünüşün benimsenmesi ya da bırakılması anlamına gelir.

ÖĞRENME: Tekrar ya da yaşantı sonucu davranışta ortaya çıkan ve oldukça kalıcı olan değişikliktir.

Buna göre öğrenmenin üç öğesi vardır:

1-Davranış değişikliği 2-Tekrar ya da yaşantı sonucu ortaya çıkan değişiklik 3-Süreklilik.

Öğrenme türleri:
1-Klasik koşullanma yoluyla öğrenme:Limon gördüğümüzde hatta adını duyduğumuzda ağzımız sulanır.

Yolda giderken keskin bir fren sesi bizi korkutur. V.b örnekler basit bir refleks gibi görünse de öğrenme ile ilişkilidir.

Bu örneklerdeki fren sesi,limon sözü birer sembol uyarıcı durumuna geçer.Böyle bir uyarıcının etkisiyle tepkiler oluşur.Yani bu uyarıcılara karşı koşullanmışızdır.Bu ilkel bir öğrenme şeklidir.

Pavlov’un köpek üzerinde yaptığı deney salya koşullanması ile ilgilidir.

Pavlov daha önce zil sesine hiçbir tepki vermeyen köpeğin et ile birlikte verildiğinde salya salgıladığını deneyle göstermiştir.Burada zil başta nötr bir uyarıcı iken;doğal uyarıcı(et) ile birlikte tekrar tekrar sunulunca koşullu uyarıcı haline geçmiştir.Köpek artık daha önce tepki vermediği bir uyarıcıya tepki vermeye koşullanmıştır.

Buna göre ;İnsan ve hayvanların önceleri tepkide bulunmadıkları bir uyarıcıya,belirli koşullar sonucunda tepkide bulunmayı öğrenmesine koşullanma yoluyla öğrenme denir.

Bazı insanlarda görülen korku,antipati,tiksintilerinde gerçek nedeni bu tür koşullanmalardır.

2-Edimsel koşullanma yoluyla Öğrenme:Edimsel koşullanma,ödüle götüren ya da cezadan kurtaran bir davranışın yapılmasını öğrenmektir.Yani edimsel (kendiliğinden)yaptığımız bir davranış bizi ödüle götürüyor ve ya cezadan kurtarıyorsa bu davranışa koşullanırız.

Skinnerin fare üzerinde yaptığı deneyde kutu içindeki aç bir farenin rastgele yaptığı davranışlar sonucunda yiyecek kabının açılmasını sağlayacak manivelaya basarak yiyeceğe kavuşması ve daha sonra deney tekrarlanınca manivelaya daha kısa sürede basmayı öğrenmesi edimsel bir şartlanmadır.Burada tek bir davranış ödüle kavuşturmuştur.

Örneğin ödevini yapmayan bir öğrencinin öğretmenin ödevleri kontrol etmemesi sonucu cezadan kurtulması ve bu durumun tekrarlanması ile ödev yapmama davranışına koşullanması da bir edimsel koşullanma ile öğrenmedir.

Yukarıdaki deneyde farenin manivelaya basma sayısındaki artış,manivelaya basma davranışının yiyecekle pekiştirilmesi anlamına gelir.

Edimsel koşullanmada istenen davranışın ortay çıkma olasılığını arttıran her uyarıcıya pekiştireç denir.Pekiştireçler iki türlüdür:

a-Olumlu Pekiştireçler:Verildiği zaman davranışın ortaya çıkma eğilimini arttıran pekiştireçlerdir. Örn. yiyecek övme olumlu pekiştireçlerdir.Farenin yiyeceğe götüren davranışını pekiştirmesi de olumlu bir pekiştirmedir

b-Olumsuz pekiştireçler:Ortadan kaldırıldığı ve ya verilmediği zaman davranışın ortaya çıkma eğilimini arttıran pekiştireçlerdir;sonucunda ortaya çıkan pekiştirmeler de olumsuz pekiştirmelerdir.Örneğin ödev yapmayan öğrencinin ödev yapmama eğilimi olumsuz pekiştireç ;bu davranışın tekrarlanması da olumsuz pekiştirmedir.

İnsanlarda ödülün miktarı arttırılınca davranışın pekişme ihtimali yüksektir. Ancak hayvanlarda çoğu zaman ödül miktarı pek değişikliğe yol açmaz.

Öğrenilmemiş olan pekiştireçlerle yapılan pekiştirmelere birincil pekiştirme;örn:yiyecek

Öğrenilmiş olan pekiştireçlerle yapılan pekiştirmelere de ikincil pekiştirme denir.örn:zil sesi

Klasik ve Edimsel koşullanmanın karşılaştırılması:

*Uyarıcının türü açısından: Klasik koşullanmada uyarıcı belirli bir olaydır ve kısa sürelidir.ışık ses gibi

Edimsel koşullanmada uyarıcının birçok öğesi vardır ve uzun sürelidir.

*Öğrenilecek davranışın türü açısından: Klasik koşullanmada davranış belirlidir,doğuştan gelme davranıştır.

Edimsel koşullanmada davranışlar çeşitlidir ve rastlantı sonucu ortaya çıkar.

Öğrenme Süreçleri:

Genelleme:Koşullu tepkiyi yaratan uyarıcını benzerlerine de aynı koşullu tepkinin gösterilmesidir.Örn Köpekten korkan çocuğun kediden de korkması

Ayırt etme:Genellemenin karşıtı olarak hangi uyarıcıya hangi tepkinin gösterileceğini ayır etmedir.Örn kediden korkan çocuğun köpekten korkmaması.

Sönme:Koşullanmış davranışta görülen zayıflamadır.Örn:Zil sesine koşullanmış köpeğin zil ile birlikte et verilmemesi sonucu bu koşullanmanın kaybolması(köpeğin zil sesine karşı salya salgılamaması)

Kendiliğinden Geri gelme:Sönen bir koşullanmış davranışın belli bir süre sonra aynı şartlarda yeniden

canlanmasıdır.Örn:Zil sesine karşı oluşan koşullanmanın sönmesine rağmen belli bir süre sonra tekrarlandığında hemen aynı koşullanmayı ortaya çıkarması.

3-Model alarak Öğrenme:Taklit yolu ile öğrenme de denir.İnsan ve hayvanların beğendikleri,büyükleri,ve ya özendikleri kişileri taklit ederek onlar gibi davranmayı öğrenmesidir.Örn:Bir yavru kuşun annesi gibi ötmesi,Bir gencin pop sanatçısını taklit ederek onun gibi giyinmesi.

4-Bilişsel Öğrenme:Organizmanın algılama hatırlama düşünme gibi zihinsel yetileri aracılığıyla öğrenmesidir.Bu tür öğrenmenin ağırlık noktası bilgilerin biriktirilmesi ve işlenmesidir.Bu nedenle de bilişsel öğrenme geçmiş yaşantılar sonucu olayların anlam değiştirmesi ya da insan ve hayanın geliştirdiği yaşantı sonucu bilgiyi işleme tarzında meydana gelen değişiklik şeklinde tanımlanabilir.Örn: kitap okuyarak,TV izleyerek ya da bir olaya tanık olarak birçok şey öğreniriz.

5-Sezgisel Öğrenme:Kavrama yoluyla öğrenme de denir.Sezgisel öğrenmede çözümü gereken durumun öğeleri arasındaki ilişki bir anda görülür.Başarılı davranış akıl yürütme ve öngörü sayesinde bir anda görülür.Örn:Çok zor sandığımız bir matematik problemini bir müddet düşündükten sonra birden kavrayarak çözüme ulaşmak.

6-Farkında olmadan Öğrenme:İnsan yaşamında farkında olmadan edinmiş olduğu bilgilerdir.Örn:Hiç düşünmediğimiz halde okulumuzun nerede olduğunu bilmemiz.

7-Motor(hareketle)öğreneme:Bir eylemin,bir harekettin nasıl daha iyi hızlı ve doğru yapılacağını öğrenmektir.Örn:Araba sürmesini bilen birinin zamanla bu davranışı daha doğru ve iyi yapabilmeyi öğrenmesidir.

8-Deneme yanılma yoluyla öğrenme:Organizmanın karşılaştığı bir problemi çözmek için denediği çeşitli yollardan,hangisinin problemi çözdüğünü öğrenerek benimsemesidir:Çocukların yap-boz oyununu oynayarak ev yapmayı öğrenmesi.

Öğrenmede Rol Oynayan Etkenler:

1-Öğrenenle ilgili etkenler:

a-Organizmanın belli bir biyolojik olgunluğa ulaşması gerekir.

b-Organizmanın belli bir zihinsel olgunluğa ulaşması gerekir.(zeka yaşının takvim yaşına uygun olması)

c-Uyarılmışlık hali:Öğrenilecek malzeme üzerinde dikkatin odaklaşması gerekir.

d-Aşırı kaygılı olmamak gerekir.

e-Uyarıcı ve davranımlar arasında benzerlik olması öğrenmeyi kolaylaştırır.

f-Öğrenme için güdülenmiş olmak gerekir.

*Güdüler kişiyi öğrenmeye özendirir.

*Güdüler birşeyin seçilmesinde önemli rol oynar.

*Güdüler kişinin davranışlarına yön verir.

Araştırmalarda Hem insanların hem hayvanların öğrenmesinde ödülün önemli rol oynadığını ödülün cezadan daha olumlu bir öğrenme sağladığı görülmüştür.

2-Öğrenilecek malzeme ile ilgili Etkenler:

a-Öğrenilecek konu öğrenenin beden ve zihinsel gelişimine uygun olmalıdır.

b-Öğrenilecek konu öğrenenin ihtiyacını karşılıyorsa daha kolay öğrenilir.

c-Öğrenilecek konu çok uzun ve çık kısa olmamalıdır.

d-Birbirine bağlı konulardan önceki iyi öğrenilmiş olmalıdır.

e-Öğrenilecek konunun anlamlı olması gerekir

3-Öğrenme tekniğine ,ilişkin etkenler

a-Çalışma zamanının bölünmesi

b-Konunun bütün olarak öğrenilmesi

c-Konunun tekrarı

d-Elde edilen sonucun bilinmesi,gerekir.

4-Öğrenmede Transferin rolü:

Transfer: önceki öğrenmenin şimdiki öğrenmeyi etkilemesi olayıdır.İkiye ayrılır:

1-Olumlu Transfer:Önceden öğrenilmiş bilginin veya etkinliğin sonraki başka bir bilgi ve etkinliği öğrenmeyi kolaylaştırmasıdır.Ör:Hentbol oynamayı bilen birinin basketbolü daha çabuk öğrenemesi

2-Olumsuz Transfer:Önceden öğrenilenin sonraki öğrenileceği zorlaştırmasıdır.Buna alışkanlık çatışması da denir.Örn:İki parmakla daktilo yazmayı bilen birinin on parmakla daktilo yazmayı öğrenememesi.

DERS ÇALIŞMA ALIŞKANLIKLARI VE ÖĞRENME

· Çalışma zamanının dağılımı

· Öğrenilecek konunun beden ve zihin gelişimine uygun olması.

· Öğrenmede ilerlemenin bilinmesi

· Öğrenilecek konunun ilgiyi çekmesi

· Konunun bütünüyle öğrenilmesi

· Önceden çalışılmış olması

· Konunun tekrarı

· Konunun anlamlı olması

· Konunun iyi okunması ve anlatılması

Öğrenmenin daha kolay olmasını sağlamaktadır.
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:23
 PSİKOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ


Bilimlerin amacı, olaylar hakkında kanıtlanabilir bilgiler elde etmektir. Bu amaca erişmek için izledikleri sistemli yola, her türlü araştırma tekniğine yöntem denir. Değişik bilim dallarında birçok yöntem kullanılır. Psikoloji de diğer bilimlerin kullandığı yöntemlerin çoğunu kendi konusuna göre kullanır. Bunların başlıcaları betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler, korelasyonel yöntemler, deneysel yöntemlerdir.

a) Betimleyici ve Tanımlayıcı Yöntemler: Betimleme ve tanımlama amacıyla tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesi yöntemlerinden yararlanılır.



1. Tarama Yöntemi: Belirli sorunlarla ilgili olarak geniş kitlelerin görüşlerinin alınmasıdır.

Test: İnsanların zekalarını, ilgilerini, yeteneklerini, tutumlarını, kişiliğini v.b. ölçmek amacıyla kullanılır.

Anket: Bilgi verecek kişinin doğrudan kendisinin okuyarak cevaplandıracağı sorulardan oluşmuş soru kayıtları kullanarak yazılı cevaplar aracılığı ile gözlemde bulunma işidir.



2. Doğal Gözlem : Olayların doğal durumda izlenmesidir.



3. Görüşme : Görüşme, karşılıklı konuşmadır.Bu konuşma bir kişiyle olabileceği gibi bir gurup insanla da olabilir.



4. Vaka: Bazı durumlarda insan davranışını tanımlamak pek kolay olmaz. Olayın derinliğine inmek gerekir. İnsanın geçmiş yaşantıları ve çevresi davranışlarına önemli etkiler yapar. İnsan davranışını tanımak için bu geçmiş yaşantıların, önemli olayların ve ilişki kurduğu insanların ona nasıl bir etkide bulunduğunu öğrenmek gerekir. Bunun için psikolog incelediği kimsenin ailesi, arkadaşları ve diğer ilgililerle konuşur. Elde ettiği bilgileri nesnel olarak kaydeder. Davranışların nedenlerini ortaya çıkarırkan bu bilgilerden yararlanır.



b) Korelasyonel Yöntemler :

Korelasyonel: Birlikte değişme gösteren olaylar arasında çeşitli anlamlılık düzeylerinde belirlenen ve nedensellik bağları kurmanın başlangıç noktası olan ilişki.



c) Deneysel Yöntemler:

Doğal gözlem, varsayım (Hipotez) ve deneyleme aşamasından geçer.



1. Doğal Gözlem: Olayların akışına gözlemcinin karışmadığı gözlem biçimidir.



2. Varsayım: Olaylar ve olgular arasında neden- sonuç ilişkisi kuran ve gözlem yolu ile test edilecek olan öngörü.

3. Gözlem: Olayın başndan sonuna kadar izlenerek görülenlerin kaydedilmesidir.

Deneysel yöntemde, bu aşamada kastedilen, doğal olmayan gözlemdir.

Güdümlü Gözlem: Olayların yeri, zamanı ve koşullarının gözlemci tarafından hazırlandığı gözlem biçimidir. Nelerin, nasıl gözlenebileceği, nasıl kaydedileceği önceden kararlaştırılır. Aktif gözlem ya da deneyleme de denilebilir.

Deney: Bir değişkenin etkilerini gözlemek üzere koşulları hazırlanmış gözlem yada deneyleme sürecinin ürünüdür. Diğer bilimlerde olduğu gibi deney yöntemi, psikolojide de araştırmaların temelidir. 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:24
UYARILMA İHTİYACI VE GÜDÜLENME

Organizma,uyku gibi durumların dışında sürekli etkinlik içindedir.Onu bu etkinliklere değişik ihtiyaç ve istekler iter.
İhtiyaç:Rahatlık ve uyum sağlayan,normal davranışları kolaylaştıran bazı şeylerden yoksun olma durumudur.Eksikli ğin duyulmasıdır.
Dürtü:Fizyolojik ve ruhsal dengenin değişmesi sonucu ortaya çıkan ve organizmayı türlü tepkilerde bulunmaya götüren iç gerilime (güce) denir. Güdü:Organizmanın ihtiyacı gidermek için belli bir yönde etkinlik göstermesi eğilimine denir.
GÜDÜLENME
Organizmanın ihtiyaç ya da dürtülerin etkisiyle harekete hazır hale gelerek amaca yönelik davranışta bulunmasına; amaca ulaştıktan sonra rahatlamasına güdülenme (motivasyon) denir.
Güdülenmenin 3 aşaması vardır: 1-(organizmayı amaca yönelten) bir güdünün varlığı
2-(Amaca ulaşmak için yapılan) bir davranış
3-Amaca ulaşma
GÜDÜ TÜRLERİ:
İnsandaki güdülerin en yaygın sınıflandırması şu şekildedir:
1-Fizyolojik güdüler:
Organizmanın varlığını ve soyunu sürdürme ihtiyacından doğarlar;doğuştandırlar.Organizma yaşadığı sürece varlığını sürdüren güdülerdir.ÖRNEK:açlık,susuzluk,analık,cinsellik.. . v.b. Mutlaka doyurulması gerekir ertelenemez.
2-Toplumsal (sosyal) Güdüler:
Beğenilme hoş görülme gibi başkalarınca uyarılan güdülerdir.Toplumdan topluma;bireyden bireye değişiklik gösterirler ÖRNEK:İnsanın saygın bir mesleğe girmek istemesi;beğenilmek,saygı görmek,sevilmek istemesi;bir derneğe üye olmak istemesi gibi...
FİZYOLOJİK GÜDÜLERLE –TOPLUMSAL(SOSYAL) GÜDÜLERİN FARKI:
1-Toplumsal güdüler insana özgüdür, Fizyolojik güdüler hayvanlarda da görülür.
2-Toplumsal güdüler öğrenme ile ilişkilidir,Fizyolojik güdüler öğrenme ile ilişkili değildir
3-Fizyolojik güdüler doğuştandır;Toplumsal güdüler sonradan öğrenilir.
GÜDÜLENMİŞ DAVRANIŞIN GÜDÜLENMEMİŞ DAVRANIŞTAN FARKI:
1-Güdülenmiş davranış amaca yöneliktir,seçicidir
2-Güdülenmiş davranış enerji verir etkin ve direşkendir
3- Güdülenmiş davranışta organizma mutlaka harekete geçer.
4-Güdülenmiş davranış yorucudur
İÇGÜDÜ:
Öğrenilmeden yapılan niçin yapıldığı organizmanın kendisi tarafından da bilinmeyen ve bir türün bütün bireylerinde aynı şekilde görülen kalıtsal davranışlardır.Genellikle hayvanlarda olduğu sanılır.
İçgüdü davranışları reflekslerden,alışkanlıklardan ve zeka ürünü davranışlardan farklıdır.Refleks,doğuştan olan basit bir etkiye karşı tepkidir.Alışkanlıklar ise,çoğunlukla öğrenme sonucunda kazanılmış hareketlerdir.
 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:24
BiLim FeLsefesi
A. Bilim felsefesine giriş : Bilim felsefesi, bilimsel kesinlik ve bilimsel sistem düzeyine erişen bir bilgiyi inceler. Bilim felsefesinin amacı; bilimin mantıksal yapısını, niteliğini ve işleyişini incelemek ve aydınlatmaktır.
1. Bilimin tarih içindeki gelişimi : Bilimsel çalışmaların başlangıçları M.Ö 2000 yıllarına kadar uzanır. Bu yüzyıllarda Mısır, Mezopotamya, Hint, Çin medeniyetlerinde bilimsel çalışmalara rastlanmıştır. M.Ö. 7 yüzyıldan itibaren Yunanlılar da bilimsel çalışmalar da bulunmuştur. Bu dönemde bilim ve felsefe iç içeydi. Bir filozof aynı zamanda bilim adamı idi. Ancak ilk defa M.Ö 3. yüzyılda Euclid (Öklit) geometri alanında yaptığı çalışmalarla geometrinin bağımsız bir bilim dalı haline gelmesini sağlamıştır. Onun ardından Archimedes (Arşimet, M.Ö. 287-212) Mekanik biliminin kurucusu olmuştur.
Yunan medeniyetinin çöküşünden sonra Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığı kabulü ve bilimin kilisenin tekeline girmesiyle Avrupa'da bir karanlık çağ başlamıştır.
M.S 7. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında ise yeni bir bilimsel uyanış ve aydınlanma başlamıştır. İslam bilim ve felsefesinin doğuşunda Yunan, İran, Süryani ve Hint eserlerinin Arapça'ya çevrilmesi önemli rol oynamıştır. Çeviriler Abbasi halifelerinden Mansur zamanında başlamış, Harun Reşid'in Bağdat'ta kurduğu "Dar'ül Hikme" adlı çeviri merkezi sistemli ve örgütlü bir hale gelmiştir.
Bu çalışmalardan sonra önemli bilim adamları yetişmiştir. Harezmi yazdığı eserlerle aritmetik alanında bir çığır açmış, Cebir biliminin kurucusu olmuştur. İlk defa aritmetikte kullanılan harfler yerine özel geliştirdiği rakamları kullanmıştır. Rakamların kullanılmasıyla aritmetik işlemlerindeki Roma rakamları ya da alfabenin kullanılmasının verdiği hantallıktan kurtulunmuştur. El Hesab'ül Cebir ve'l Mukabele adlı eserinde de logaritmanın kullanılmasına öncülük etmiştir.
Beyruni, yaptığı çalışmalarının büyüklüğü nedeniyle yaşadığı çağa Beyruni çağı adı verilmesine neden olmuştur. Beyruni, dünyanın güneşin çevresinde dönüyor olabileceğini ifade etmiştir. Jeolojik dönemlerin birbirini izlediği görüşünü ortaya atmıştır. Son derece basit bir formülle dünyanın çevresini ölçmüştür. Deneysel fizik çalışmaları yapmıştır. 8 maden 6 sıvı madde ve diğer değerli taşlar olmak üzere 29 maddenin özgül ağırlığını buluyor.
İbn Sina ise özellikle tıp alanında çalışmalarıyla büyük gelişmeler sağlamıştır. El Kanun-u Fi't Tıb adlı kitabı tıp alanında uzun yıllar kaynak kitap olmuş. Avrupa'da 16. yüzyıla kadar üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Bu arada ortaçağda karanlık döneme giren Avrupa'da 15 yüzyıldan itibaren Rönesans hareketleri başlamıştır. İslam dünyasının bilim ve felsefe eserleri Latinceye çevrilip okutulmaya başlanmıştır. Kopernik, Galilei, Kepler, Newton, Einstein, Planck gibi önemli bilim adamlarının çalışmalarıyla bilimsel alanda büyük gelişmeler sağlanmıştır.
2. Bilimin felsefenin konusu oluşu : Bilimin, özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda, olağanüstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde artırmıştır. Bu ilgi düşünürleri, neyin bilim olduğunu, neyin bilim olmadığını ayırmaya dolayısıyla bir takım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya götürmüştür. Bu da bilimin, felsefenin konusu içerisine alınmasına yol açmıştır.Bilim felsefesinin görevi, bilim üstüne düşünmek, yani bilim mantığı yapmaktır.
B. Bilime farklı yaklaşımlar
1. Ürün olarak bilim : Bu yaklaşım, bilimi anlamak, bilim diye ortaya konmuş eserleri (ürünleri) ele alır ve onları tarihsel gelişimi içinde anlamaya çalışır. Bunun yolunu da bilim eserlerini mantık açısından çözümlemekte görür. Bilimsel önermeleri mantık aracılığıyla çözümlemek isteyen yaklaşıma mantıkçı ampirizm ya da neo pozitivizm denir. En önemli temsilcileri Hans Reichenbach ve Rudolf Carnap'tır. Bunlara göre bir önermenin anlamlı olabilmesi için ya doğrudan olgusal bir dille ya da sonuçta olgusal bir dilin kısaltılması şeklinde ifade edilmiş olması gerekir.
Bu yaklaşımda anlamlılık ve doğrulanabilirlik iki önemli ölçüttür. Bunlardan, doğrulanabilirlik, bir önermenin doğru olup olmadığı, o önermenin içeriğinin olgularla desteklenmesine bağlıdır.
2. Etkinlik olarak bilim : Bu yaklaşım, bilimi, bilim adamları topluluğunun bir etkinliği olarak görür.Bilimin ne olduğunu anlamak için bilim adamları topluluğunun iç yapısını, inançlarını, içinde yaşadıkları toplumdaki araştırma gruplarına bakış tarzlarını, bilim ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkileri vb. incelemek gerektiğini ileri sürer.
Bu yaklaşımın en önemli temsilcileri Thomas Kuhn ve Stephen Toulmin'dir.
Kuhn, bilimi anlamaya yönelik çalışmasında çıkış noktası olarak "paradigma" adını verdiği kavramı kullanır. Paradigma, belli bir bilimsel yaklaşımın doğayı ya da toplumu sorgulamak ve onlarda bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da üstü kapalı tüm inançlar, kurallar, değerler, kavramsal ve deneysel araçlardır.
Kuhn bilimin şu üç dönemden geçtiği savunur.
a) Bilim öncesi dönem
b) Olağan bilim dönemi
c) Bunalımlar
d) Bilimsel devrim
Kuhn'a göre bilim birikimsel bir süreç izlemez, dolayısıyla bilimsel gelişme ya da ilerlemeden değil, ancak bilimsel değişmeden söz edilebilir. İlerleme ve gelişme normal bilim sürecinde yani bir paradigma içerisinde söz konusu olabilir. Fakat bir paradigmanın diğerinden daha iyi açıkladığını gösterecek ölçütler olmadığı için bir paradigmadan diğerine geçiş devrimsel bir nitelik taşır.
Toulmin'e göre ise bilimsel kuramların başarılı ya da başarısız olmaları bilimlerde yeni koşulların oluşturduğu sorunları çözme gücü ile ortaya çıkar. Bu güçten yoksun olanlar ise zamanla terk edilir.
C. Bilim felsefesinde klasik görüş ve eleştirisi
Bilimde klasik görüşü en iyi temsil eden pozitivizmdir. Benzer işlevi bazı farklarla mantıkçı ampirizm tarafından da sürdürülmüştür. Pozitivistlere göre felsefe evren hakkında bilgi vermekten vazgeçmeli, bilimsel bilgiyi sorgulayan, çözümleyen bir disiplin olmalıdır.
1. Bilime klasik görüş açısından bakış
a) Klasik görüş açısından bilim :
- Bilim, insan bilincinden bağımsız gerçeklikler hakkında araştırma yapma etkinliğidir. Yöntemi tümevarımdır.
- Bütün bilimler birbiriyle bağıntılıdır. Ve tüm bilimler birbirine indirgenebilir.
- Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir, bilinmeyenler bilinir duruma getirlir. Bugün bilinmeyen şeyler varsa bu bilimin tam gelişmemiş olmasındandır. Bilimler geliştikçe bilinmesi gereken tüm şeyler bilinebilecektir.
- Bilim birikimsel süreç izler. Bu süreçte yanlış bilgi terkedilir, doğru bilgi kullanılmaya devam eder.
b) Klasik görüşte bilimi niteleyen özellikler
- Bilim olgusaldır. Duyularla algılanabilen bir dünyaya ilişkindir.
- Bilim mantıksaldır. Bilim akıl ve mantık ilkelerine dayanır. Akılsal olan bilimsel, bilimsel olan akılsaldır.
- Bilim genelleyicidir. Bir olay aynı türden bütün olaylar için geçerlidir.
- Bilim nesneldir. Bireyden bireye değişmeyip herkes için aynıdır.
- Bilim eleştiricidir. Eleştirel bir tutumla konularını ele alır.
2. Bilimsel yöntemin özellikleri
Bilimsel yöntem, olguları betimleme ve açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur. Bilimsel yöntemde birinci aşama betimlemedir.
- Betimleme aşamasında araştırma konusu olgular ve bu olgular arası ilişkiler saptanır, sınıflanır ve kaydedilir. Gözlemle başlar, deneyle devam eder.
- Açıklama ile betimlenmiş olgular, bu olguların ve birbirleriyle olan ilişkilerini yansıtan ampirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir.
- Hipotez, gözlenen olaylar hakkında yapılan geçici bir açıklamadır.
- Kuram, sistemli bir biçimde düzenlenmiş, olguları açıklama aracıdır.
- Bilimsel yasa, bir bilim dalının alanına giren olgular arasında sürekli tekrarlanan ve bilim adamları topluluğu tarafından doğru kabul edilen ilişkilerin neden-sonuç biçiminde dile getirilmesidir.
3. Bilimsel açıklama-ön deyinin özellikleri
Açıklama, bilimsel niteliğini birtakım genellemelere başvurarak kazanır. Örneğin boşlukta tüm cisimler aynı hızda düşer.
Ön deyi; olgular arasındaki ilişkilerden yararlanarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir. Örneğin Thales M.Ö 585 yılında güneş tutulması olacağını önceden haber vermiştir.
4. Bilimsel kuramın özellikleri
Mevcut olguları açıkladığı gibi sonradan olacaklar hakkında öndeyide bulunmayı sağlar.
5. Klasik görüşe yapılan eleştiriler
- Bilime gereğinden fazla önem verdikleri için eleştirilmişlerdir.
- Bazı şeyler bilinmiyorsa bu bilimin ilerleyememiş olmasındandır. Bilimler ilerledikçe bilinmesi gereken tüm şeyler bilinecektir, görüşü yanlıştır. Çünkü evren de bilinmesi gereken şeyler sınırsızdır. Bunların hepsinin bilinmesi imkansızdır.
- Tüm bilimlerin tek bilime indirgenebileceği yanlıştır.
- En güvenilir yöntemin doğrulama yöntemi olduğu yanlıştır.
- Bilime birikimsel bir süreç gözüyle bakmaları eleştirilmiştir.
- Bilimin, bilim adamları topluluğunun özelliklerinden etkilenmez, görüşü yanlıştır.
D. Bilimin Değeri
Bilim doğal ve toplumsal gerçekliğin daha iyi anlaşılmasını ve belirli ölçüde de olsa denetlenmesini sağlar.
Bilimin iki önemli işlevi vardır: a) Bilimin teknolojiye uygulanmasına ve yarara yönelik buluşlara olanak sağlaması
b)Nitelikleri belli bir düşünme yapısı ve akılcı bir dünya görüşü oluşturması. 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:25
Nietzsche

 

BİYOGRAFİ

...1844- 15 Ekim: Nietzsche, Leipzig'in güneybatısında Saksonya'da bir Prusya köyü olan Röcken'de Karl Ludwig Nietzsche adında papaz bir babanın oğlu olarak dünyaya gelir. ...1849- 30 Temmuz: Babasının ölümü.

...1850- Annesi bütün ailesi ile birlikte Naumburg�a yerleşir.

...1858- Naumburg yakınlarında Almanya'nın önde gelen Protestan yatılı okulu Schulpforta'ya kayıt yaptırır.

...1864- Ekim: Teoloji ve filoloji öğrencisi olarak Bonn üniversitesine kayıt yaptırır.

...1865- Ekim: Nietzsche, Bonn'daki filoloji hocası F.W.Ritschl'in peşinden Leipzig'e gider ve eğitimine burada devam eder. Leipzig'de eski kitaplar satılan bir dükkanda Schopenhauer'in bir kitabını bulur ve arkadaşlarına bundan böyle bir "Schopenhauer'ci" olduğunu açıklar.

...1867- Prusya ordusundaki askerliği ağır bir kaza sonucunda liyakat madalyasıyla sona erer.
...1868- 8 Kasım: Nietzsche'nin Leipzig'de Richard Wagner'le ilk buluşması.

...1869- Şubat: Henüz doktorasını tamamlamamış olan Nietzsche, Ritschl'in tavsiyesi üzerine Basel üniversitesi klasik filoloji bölümüne genç yaşta öğretim görevlisi olarak atanır.
...17 Mayıs: Nietzsche'nin Wagner ve Cosima'ya (von Bülow) Tribschen'de ilk ziyareti.
...28 Mayıs: Basel üniversitesinde "Homeros ve Klasik Filoloji" üzerine bir açılış konuşması yapar.

...1870- Ağustos: Nietzsche, Fransa-Almanya savaşı patlak verince üniversiteden izin alır ve gönüllü sıhhiye eri olarak cepheye gider. Ama sağlığının bozulması nedeniyle iki ay sonra Basel'e geri döner.
..."Empodokles" yayımlanır.

...1871- Ocak: Basel üniversitesi felsefe kürsüsüne yaptığı başvuru geri çevrilir. İsviçre Alp'lerinden kalbi kırık bir şekilde ayrılır ve klasik filolog olarak mesleğinden giderek hoşnutsuz olmaya başlar, felsefeye yönelir. Bu yıldan sonra Nietzsche bozuk sağlığıyla sürekli bir mücadeleye girer.

...1872- Ocak: İlk kitabı "The Birth of Tragedy Out of The Spirit of Music/Müziğin Ruhundan Trajedinin Doğuşu" yayınlanır.
...Şubat/Mart: Basel'de "Eğitim Kurumlarımızın Geleceği" konulu halka açık seminerler verir.
...22 Mayıs: Nietzsche, Bayreuth tiyatrosunun temel atma töreni için Bayreuth'a giden Wagner'in 59. doğum gününde besteciye eşlik eder.
...1873- "Birinci Zamansız Düşünceler: David Strauss'a Karşı" yayımlanır.
...1874- "İkinci Zamansız Düşünceler: Sahte Kültür ve Tarihin Tehlikeleri Üzerine" yayımlanır.
..."Üçüncü Zamansız Düşünceler: Eğitmen Schopenhauer" yayımlandı.

...1876- Ağustos: 1. Bayreuth festivali. Wagner'le dostluğu gölgelenir.
..."Schopenhauer'ci Felsefe ve Uygarlığı" yayımlanır.
...Eylül: Paul Ree ile birlikte Bayreuth'tan ayrılır.
...Ekim: Basel üniversitesi sağlığının bozuk olduğu gerekçesiyle Nietzsche'ye bir yıllık hastalık izni verir.

...1878- "Human, All to Human/İnsanca, Pek İnsanca" ilk bölümü Voltaire'e adanmıştır.
3 Ocak: Wagner Nietzsche'ye yeni yayımlanan eseri Parsifal'in bir kopyasını gönderir.
...Mayıs: Nietzsche Wagner'e yazdığı son mektupla birlikte "İnsanca, Pek İnsanca: Özgür Ruhlar İçin Bir Kitap" adlı çalışmasının bir kopyasını gönderir. Wagner'den tamamen kopar.

...1879- "İnsanca, Pek İnsanca"nın ikinci cilt birinci kısmı: Assorted Opinions and Maxims.
...Nietzsche sağlığının bozukluğu öne sürülerek Basel'deki kürsüsünden istifa etmeye zorlanır. Bundan sonraki on yıl boyunca otel odalarında ve pansiyonlarda yaşayan yalnız bir gezgin yaşamı sürecektir.

...1880- "İnsanca, Pek İnsanca", ikinci cilt ikinci kısım: Gezgin ile Gölgesi.

...1881- "Tan Kızıllığı: Ahlakın Önyargıları Üstüne Düşünceler". Sils Maria'da ilk yazını geçirir.

...1882- "Şen Bilim" (Neşeli Bilgelik adıyla da bilinir) 125. aforizmada bir deli, Tanrının öldüğünü açıklar.
...Mart: Paul Ree Roma'ya gitmek üzere Cenova'da Nietzsche'den ayrılır. Ree Roma'da Lou Salome ile tanışır ve ona aşık olur.
...Nisan: Nietzsche Roma'ya gider ve Lou Salome ile tanışır. Nietzsche bir kaç gün sonra, önce Ree aracılığı ile daha sonra şahsen Salome'ye evlenme teklif eder. Teklifi geri çevrilse de kendisi Ree ve Salome arasındaki düşünsel "menage a trois" bağlılıktan hoşnuttur.
...Yıl sonunda Nietzsche, Ree ve Salome'den kopar ve kendisini ikisinin ihanetine uğramış hisseder.

...1883- "Böyle buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiç Kimse İçin Bir Kitap" adlı çalışmasının birinci ve ikinci kitaplarını yazar.
...13 Şubat: Wagner'in ölümü

...1884- Nice'de Zerdüşt'ün üçüncü kısmını yazar.

...1885- Zerdüşt'ün dördüncü ve son bölümünü sınırlı sayıda ve kendi başına yayımlatır.

...1886- "İyinin ve Kötünün Ötesinde: Geleceğin Felsefesine Giriş"

...1887- "Yeraltından Notlar"ın Fransızca baskısı tesadüfen eline geçer ve böylece Dostoyevsky'i keşfeder.
...10 Kasım: "Ahlakın Soykütüğü Üstüne: Bir Polemik"

...1888- Mayıs/Ağustos: Wagner olayı; Dionysos Dithyrambosları'nı bitirir. (1891'de yayımlanır.)
..."Gücün İradesi" yayımlanır.
...Eylül: "Deccal" (1894'de yayımlanır.)
...Ekim/Kasım: "Ecce Homo"yu yazar. (Kitabın yayımlanması Elisabeth Förster Nietzsche tarafından 1908'e dek ertelenir.)
...Aralık: "Nietzsche Wagner'e Karşı" (1895'te yayımlanır.)

...1889- "Putların Alacakaranlığı" (Özgün adı: Bir Psikoloğun Atıllığı.)
...3 Ocak: Nietzsche, Torino'da Piazza Carlo'da sinir krizi geçirir ve sahibi tarafından kırbaçlanan yaşlı bir atın boynuna sarılarak ağlar.
...18 Ocak: Jena Üniversitesindeki psikiyatri kliniğine kaldırılır. Doktorlar "ileri yeti yitimi" teşhisi koyarlar.

...1890- Nietzsche'nin annesi oğlunu alır ve bakmak üzere Naumburg'taki evine getirir.

...1897- 20 Nisan: Annesinin ölümü. Kız kardeşi Nietzsche'yi alarak beraberinde Naumburg'tan, 1894'de Nietzsche arşivini taşımış olduğu Weimar'a götürür.

...1900- 25 Ağustos: Nietzsche Weimar'da ölür. Röcken'de babasının mezarının yanına gömülür.

...1901- 1880'lerde kaleme alınan Nachlass'tan 500 bölüm Güç istemi adıyla yayımlanır. 1906'da kitabın ikinci baskısı bu sefer 1067 bölümlük bir çalışma olarak piyasaya çıkar.
 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:25
FRIEDRICH NIETZSCHE YAŞAMI


Friedrich Wilhelm Nietzsche 15 Ekim 1844�te Sachsen�in Prusya hakimiyeti altında bulunan bölümündeki Lützen�e bağlı Röcken�de doğdu. Ailesi dindar ve lüteriyen bir küçük esnaf ailesiydi. Soyunda başka bir çok meslekten de olmak üzere şapkacılar ve mezbahacılar da vardı. Ancak büyük babası ve babası devlete sadık ve pietist rahipler olmuşlardı. Nietzsche�nin babası, Prusya kralı IV. Friedrich Wilhelm�in sadık bir hizmetkârıydı. Bu nedenle, ilk oğlu kralın yaş gününde dünyaya gözlerini açtığında, başka bir isimle vaftiz edilme şansı hemen hemen hiç yoktu.
Bahsi geçen bu üç adamın hepsinin da aklını yitirmiş olması tamamen anlamsız bir rastlantıdan başka bir şey değildir. İlk önce babası Friedrich Ludwig öldü. -yıl 1849. Otopsi sonucunda -beyin yumuşaması- teşhis edildi. Sözüm ona beyninin bir çeyreği -yumuşamış- idi. Tıpta bu tür teşhisler artık geçerli olmamakla beraber, Nietzsche�nin saygıdeğer biyografları, Nietzsche�nin deliliğini babasından almadığından eminler.
Nietzsche�nin çocukluğu Naumburg�ta, -iffetli kadınlarla- dolu bir evde geçti. Bunlar annesi, kız kardeşi, anneannesi ve evde kalmış biraz deli iki teyzesiydi. Belli ki kadınlarla çok erken yaşta yaşadığı bu deneyimler Nietzsche'�in hayatında izler bıraktı, çünkü biyografisi teyzelerinin yaşantısını yansıtan karakteristik izler tekrarladı durdu. 13 yaşındayken o dönemim her üst düzey yatılı okuluyla yarışabilecek denli iyi ve tanınmış bir eyalet okulu olan Pforta�ya başlar. Öğrenciler bu okulda salt yaramazlıklar yapmanın dışında gerçekten de bir şeyler öğreniyordu. Büyük oranda dindar ve şımartılmış terbiyesinin bir ürünü olan Nietzsche okulda -küçük Protestan papazı- diye çağrılıyordu ve kendisi derslerinin en başarılı öğrencisiydi. Gelişmekte olan dahiliği günün birinde kendi aklını kullanmasına yol açtı. On sekiz yaşına geldiğinde inancından şüphe etmeye başlar.
Nietzsche�nin keskin zekâsı, içinde yaşadığı dünyanın çelişkilerini görmezlikten gelmesine engeldi. Muhtemelen, başkalarıyla fikirlerini paylaşmıyordu; bu durum, daha sonraları da kesinlik kazanacağı gibi, kendisi için tipik bir davranıştı. Nietzsche kendi yolundan gitti ve yaşayan (veya ölü) hemen hemen hiçbir tinin kendisini etkilemesine izin vermedi.
Nietzsche on dokuz yaşına geldiğinde, papaz olabilmek için Bonn Üniversitesinde ilâhiyat ve klasik filoloji öğrenimine başlar. Zaten hayat akışı çok önceden -iffetli kadınlar- tarafından plânlanmıştı. Ancak Nietzsche daha şimdiden huzursuzdu: Bilinçsiz bir isyan dürtüsü kişiliğine etki etmeye ve onu değiştirmeye başlar. Bonn�a geldikten kısa bir süre sonra o münzevi okul delikanlısı neşeli ve taşkın ruhlu bir üniversite öğrencisinin en iyi örneklerinden birine dönüşür. Herkesin giremediği özel öğrenci birliklerine girer, arkadaşlarıyla içki içmeye başlar ve öğrenciler arasında yapılan eskrim düellolarına katılır. Kaçınılmaz olarak bir düelloda yara alır ve ritüel gereği düelloya hemen son verilir. Burnunun üstündeki küçük dikiş izi o günlerden kalmadır. Ne yazık ki bu yara izi daha sonraları gözlüğünün altında gizlendi. Ama bu sadece küçük bir ara piyesti.
Nietzsche aynı dönemde şu sonuca vardı: -Tanrı öldü.- Tatilde eve döndüğünde dini ayinleri katılmayı reddederek, bundan böyle asla bir kiliseye adımını atmayacağını açıklar. Bir sonraki yıl üniversitesini değiştirerek Leipzig�e yerleşir ve ilâhiyat eğitimine son vererek klasik filoloji üzerinde yoğunlaşır.
Nietzsche Leipzig�e Ekim 1865�de varır. O ay yirmi bir yaşına basar ve hayatı üzerine daha sonra etki edecek iki olay yaşar. Önce, ziyaret ettiği bir genelevde, daha sonraları zihinsel bulanıklığına neden olacak frengi mikrobunu kapar. Görünüşe göre - böyle şeyleri hissetmek mümkünse eğer - Nietzsche birkaç genelev ziyaretinden sonra kendisine frenginin bulaştığını fark etti. Göründüğü hekim kendisinden gerçeği gizler. (O dönemlerde bu adettendi, çünkü bu hastalık henüz tedavi edilebilir değildi - aynı ikiyüzlülükle günümüzde kanser hastalığına kılıflar uydurulmaktadır.) Bu olayın sonucunda Nietzsche�nin kadınlarla olan cinsel ilişkilerine bir son verdiği sanılmaktadır. Ancak felsefi yazılarında kadınlarla ilgili birçok yüz kızartıcı ve de faydalı kayıtta yer alır. -Kadınlara mı gidiyorsun ? Öyleyse kırbacını unutma.- (Belki de Leipzig�te çok özel türden bir genelevi ziyaret ediyor ve erkeklerin de oraya giderken yanlarına kırbaç almalarının adil olacağını düşünüyordu.)
Hayatını değiştiren ikinci olay, bir sahaf dükkânına dalışıydı. Nietzsche burada Schopenhauer�in -İstem ve Tasarım olarak Dünya- adlı eserine rastlar. Schopenhauer�in kıssadan hisse çıkaran üslûbu ve bulaşıcı karamsarlığı onu çok derinden etkiler: -Burada her satır vazgeçiş, yadsıma ve kabulleniş çığlığıydı; burada, dünyayı, yani yaşamı ve insan doğasını ürkünç bir muhteşemlikle gördüğüm bir aynaya baktım... Burada hastalık ve şifayı, sürgünü ve sığınağı, cehennemi ve cenneti gördüm.-
Şaşılası derecede kâhince olan bu duyumsamalar Nietzsche�yi Schopenhauer felsefesinin bir hayranı yaptı. Nietzsche�nin inanabileceği hiçbir şeyi kalmamıştı. Schopenhauer�in karamsarlığına (pesimizmine) ihtiyaç duyuyordu ve kendi doğasına tamamen uymasa da, onun dürüstlüğünü ve gücünü keşfetmişti. Pozitif düşünceleri bundan karamsarlığı ancak güçlü olduklarında yenebilirlerdi. İleriye doğru giden yol Schopenhauer�den geçiyordu. Ancak Nietzsche�nin düşüncelerinde en belirleyici olan şey, Schopenhauer�in istemin temel rolü ile ilgili tasarımıydı. Bundan yola çıkan Nietzsche, sonunda Güç İstemini geliştirdi.
1867'de Nietzsche bir yıllığına Prusya ordusuna çağrılır. Belli ki askeri yetkililer onun aşırı büyük boyutlu askeri bıyığından etkilendi, çünkü Nietzsche kendisini süvari topçu alayında bulur. Bu bir hataydı.
Nietzsche�nin kararlılığı büyüktü, ancak yapı itibariyle acıma duygusu uyandırabilecek denli yumuşak huyluydu. Ağır bir kaza geçirdikten sonra Prusyalıların geleneklerine uygun bir tavır sergileyerek, hiçbir şey olmamışçasına atını sürmeye devam eder. Ama asker Nietzsche kışlaya geri döndüğünde bir aylığına hastaneye yatırılır. Daha sonra gayet ve iyi niyetini ödüllendirmek için çavuş türbesine terfi ettirilerek evine gönderilir.
Bu arada tekrar Leipzig�te üniversiteye devam eden Nietzsche, son kırk yılda yetiştirdiği en iyi öğrencisinin Nietzsche olduğunu düşünen profesörünün takdirini kazanır. Ne var ki her geçen gün filolojiden ve hayatın gerçek ve acil cevap bekleyen sorunlarına karşı sergiledikleri kayıtsızlıktan dolayı filologlardan soğumaya başlar. Nietzsche�ye göre filoloji, -bir budala veya salak tarafından döllendirilen felsefe tanrıçasının bir hilkat garibesi- idi. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Kararsızlık ve çaresizlik içersinde bunalarak, kimya öğrenimi almayı ve -ilâhi kankan- dansını ve -sarı yavşan otu zehrini- denemek için bir yıllığına Paris�e yerleşmeyi bile düşünür. Tam bu arada, gizlilik içersinde Leipzig�te bulunan besteci Richard Wagner ile tanışma şansını elde eder. (Wagner yirmi yıl önce devrimci tahrikleri yüzünden sürgün edilmiş ve aşırı uçlarda seyreden siyasi görüşleri solda sağa kaymış olsa da, yetkililer sürgün kararını iptal etmişti.) Wagner, Nietzsche�nin babasıyla aynı yaştaydı ve bizlere aktarılan kaynaklara göre ona şaşılası derecede benziyor olmalıydı. Nietzsche, bilinçsizce de olsa çaresizlikle bir baba figürü arıyordu. Şimdiye dek hiçbir meşhur sanatçıyı şahsen tanımamıştı. Aynı zamanda, tasarımları kendi tasarımlarına bu denli uyan hiç kimseyi de tanımamıştı daha önce. Wagner�le paylaştığı kısa bir süre içersinde Nietzsche onun Schonpenhauer�e olan derin sevgisini keşfeder. Wagner parlak bir filozof olan bu genç adamın kendisine duyduğu hayranlıktan etkilenir ve ortaya tüm hünerlerini döker. Bunun yarattığı etki zaman geçmeksizin tepkisini aldı ve Nietzsche�nin duyduğu hayranlık gittikçe derinleşti. Nietzsche en az operaları kadar ilginç ve sıra dışı olan bu büyük besteciden çok etkilendi.
Nietzsche iki ay sonra İsviçre�deki Basel Üniversitesinden klasik filoloji kürsüsünde profesör olmak üzere davet aldı. Henüz yirmi dört yaşındaydı ve doktorası bile yoktu. Filolojiye karşı geliştirdiği olumsuz düşüncelerine rağmen bu öneri kendisi için geri çevrilebilecek cinsten değildi. Nisan 1869�da Nietzsche Basel�de ki görevine başladı ve filoloji dersleri yanında felsefe dersleri de verdi. Yapmak istediği şey, her iki disiplini, yani estetiği ve klasik çağ öğrenimini birbirleriyle bağıntılı hale getirmek ve bundan hareketle, uygarlımızın zayıf noktalarını irdeleyebileceği bir alet geliştirmekti - daha mütevazı bir şey değil.
 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:25
Kısa bir süre içerisinde üniversitenin yeni yıldızı oldu. Rönesans�ı tarihsel bir dönem olarak niteleyen ilk kişi olan büyük kültür tarihçisi Jacob Burchardt ile tanıştı. O, Basel�de ki profesörler arasında Nietzsche ile aynı tinsel seviyeye sahip olan tek kişiydi. Burchardt büyük bir olasılıkla, Nietzsche�nin hayatı boyunca saygı duyduğu tek kişiydi aynı zamanda. Eğer o dönemde, soğuk bir patrisyen olmasaydı, Nietzsche�nin hayatında pekala bir istikrar faktörü olabilirdi.
Ama zaten baba rolü etkisi, Nietzsche�yi istikrara kavuşturmanın ötesinde her şeyi yapan başka bir adam tarafından üstlenilmişti.
Basel kenti, Wagner�in, Liszts�in kız kardeşi, Cosima ile birlikte yaşadığı, Lutzern�e bağlı Tribschen�e sadece yüz kilometrelik bir uzaklıktadır. (Cosima o sıralarda henüz, Wagner ve Liszts�in ortak arkadaşı olan von Bülow adında bir orkestra şefi ile evliydi.) Kısa bir süre sonra Nietzsche düzenli olarak her hafta sonunu Vierwaldstätter gölünün kıyısındaki lüks villada geçirmeye başladı. Ne var ki Wagner�in hayatı sadece müzikal, duygusal ve politik açılardan bir operaya benzemekle kalmıyordu. Wagner hayatının, tüm fantezilerini sonuna kadar yaşamak üzere kendisine sunulduğunu düşünüyordu. Tribschen�deki yaşamı bir operanın sahneye konuluşuydu adeta ve başrolü kimin oynayacağı konusunda kimsenin bir kuşkusu yoktu. -Flaman tarzındaki- giysileriyle (-Uçan Hollandalı- ve Ruben�in maskeli bir baloya giderken giydiği kostümlerden harmanlanmış bir kıyafetti) Wagner paçaları dizlerinde biten siyah saten bir pantolonu, geniş şapkası ve rüküş bir şekilde bağlanmış ipek şalı ile tepelerini rokoko meleklerin süslediği pembe saten kaplı duvarlar boyunca yürüyerek, büstler, her zaman aynı motifli büyük boy yağlıboya tablolar ve kendi operalarının temsillerinden kalan gümüş kaseler arasında şiirlerini okurdu. Havada dolanan tütsülere sadece maestronun müziğinin eşlik etmesine izin veriyordu. Cosima ise hayat arkadaşının teatral uğraşlarında ancak hizmetçi kız rolünü oynayabiliyor ve bahçede gezinen ev hayvanlarının, ki bunlar parfümlenmiş kuzular, fiyonklarla süslenmiş kurt köpekler ve süs tavukları idi, çalınmamasına dikkat ediyordu. Nietzsche�nin nasıl olup ta bunların etkisi altında kalabildiğini anlamakta zorlanıyoruz. (Wagner�in bu özel zevkleri sürekli beş parasız kalmasına ve bir takım zenginler tarafından yardım almasına neden oluyordu. Bu zenginlerden biri de, devletin kasasından Wagner�e büyük meblağlar aktaran Bavyera Kralı II. Ludwig�ti.) Wagner�in ikna yeteneğine denli büyük ve cazibesinin de ne denli karşı konulmaz olmuş olabileceği ancak onun müziğine kulak verildiğinde anlaşılabiliyor. Belli ki bestecinin kendisi de en az besteleri kadar büyüleyiciydi. Toy Nietzsche çok kısa bir süre içersinde bu baş döndürücü atmosferin ve boğucu salonların içersinde sürükleyici motifler gibi gezinen bilinçsiz fantezilerin etkisine girdi.
Temmuz 1870�de Almanya ve Fransa arasında savaş patlak verdi. Prusya için bu, Napolyon�un kazandığı zaferlerin intikamını almak, Fransa�yı mağlup etmek ve Almanya�nın Avrupa�daki egemenliğini sağlamlaştırmak için bulunmaz bir fırsattı. Nietzsche vatanperverlik coşkusuyla gönüllü hasta bakıcısı olmak için başvurur. Cephe yolunda karşısına Frankfurt�ta tam teçhizatlı bir süvari birliği çıkar. İşte o anda gözlerindeki perde kalkıverir ve Nietzsche ilk kez, en güçlü ve yüksek yaşama isteminin hayatta kalmak için mücadele etmekte değil, tersine güç, savaş ve egemenlik isteminde yattığı duygusuna kapılır. İşte bu, Nietzsche�nin Güç İstemi Kuramı�nın doğuşudur ve ileride kendisini bu düşünceden bir hayli uzaklaştıracak ve bu düşünceden bir hayli uzaklaştıracak ve bu istemi kişisel öğelerden çok toplumsal öğelerinde görecek olsa da, bu düşüncenin militarist kaynağını hiçbir zaman tam anlamıyla inkar edemedi.
Bismarc ve Moltke Fransızları hezimete uğratırken, Nietzsche savaştaki her şeyin şanslı şöhretli olmadığını anlar. Wörth�deki savaş alanı -sayısız üzünç verici kalıntılarla doluydu- ve çürümekte olan cesetlerin ağır kokusuyla kaplıydı. Daha sonraları Nietzsche altı yaralı askerle beraber bir sıhhiye trenine bindirilir (vagonların bazıları büyükbaş hayvan taşıyan vagonlardan oluşuyordu) ve iki gün sürecek bir yolculuğa gönderilir. Kolları bacakları kurşun yaralarıyla bezeli ve etleri çürümeye başlayan askerler arasında kalan Nietzsche onlara elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışır. Ancak tren Karlsruhe�ye vardığında kendisi de hasta bir adam olmuştu. Dizanteri ve difteri teşhisleriyle hastaneye sevk edildi.
Başından geçen bu sarsıcı olaylara rağmen Nietzsche iki ay sonra Basel�deki görevine ve derslerine döner. Filoloji ve felsefe dersleriyle kendisini yoran bir yükün altına tekrar giren Nietzsche, bunun yanında bir de -Tragedya�nın Doğuşu-nu yazmaya başlar. Yunan kültürünün bu parlak ve alabildiğine özgün analizinde berrak, Apolloncu (ölçülü ve düzenli), klâsik kanaatkârlığın karşısına karanlık, içgüdüsel ve Diyonisoscu (coşkulu tutku) güçleri diker. Nietzsche�ye göre Yunan Tragedyası bu iki unsurun kaynaşmasından ortaya çıkmış ve sonunda Sokrates�in sığ rasyonalizmi tarafından yok edilmiştir 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:25
İlk kez birisini Yunan kültürünün karanlık yanlarına üstüne basa basa değiniyordu. Öte yandan, Nietzsche�nin, bu karanlık yanların temel bir öneme sahip oldukları şeklindeki iddiası daha da tartışmalıydı. Diyonisoscu boyutu daha sonraları Nietzsche Felsefesi�nin esasını oluşturacaktı. Nietzsche bundan böyle Schopenhauer�in -istemin Budist�çe yadsınması- fikrine bağlı kalamazdı. Uygarlığın zayıflamasına neden olduğunu düşündüğü Hıristiyanlığ�a karşı diyonisostik olanı öne sürdü. Hıristiyan hayırperverliğine, duyguların ve arzuların bastırılmasına karşı saldırıya geçti ve yerine, duygularımızın oluşumuna daha uygun düştüğüne inandığı daha güçlü bir ahlakı savundu. Nietzsche�ye göre tanrı ölmüş ve Hıristiyanlık süreci sona ermişti. Yirminci yüzyılın en kötü dönemleri Nietzsche�yi doğruladı, en iyi dönemleriyse, olumlu -Hıristiyan- inançlarının çoğunlukla tanrı inancına bağlı olmadığını göstererek onu tekrar yalanladı. Bugün o ilk-içgüdüye daha fazla sahip olup olmadığımız sorusu ise tartışmalıdır.
Sanatçı olarak Wagner en üst basamakta durmaya hak kazanıyordu belki, ama bu türden yüksek felsefi seviyeler onu aşıyordu. Zamanla Nietzsche Wagner�in entelektüel maskesini çözmüştü. Wagner, olağanüstü büyüklüğe ve sezgi gücüne sahip değişken bir egoydu,ama Schopenhauer�e olan sevgi ve hayranlığı bile gelip geçici ve sanatsal hayal gücüne malzeme oluşturan bir şeydi. O zamana dek Nietzsche, Wagner�in hayatındaki bazı çirkinliklerini; örneğin antisemitizmini, ölçüyü kaçıran kibrini ve onun diğer insanlardaki yeteneği ve ihtiyaçları takdir ve kabul eme yoksunluğa görmezlikten gelmeye hazırdı. Ama her şeyin bir sınırı vardı. Wagner, Bavyera kralı II. Ludwig�in salt Wagner�in kendi operalarını sahneye koyacağı bir tiyatro yaptırdığı Bayreuth kentine taşınmıştı. (Bu proje Bavyera devletinin iflasını ve Ludwig�in tahttan düşürülüş sürecini hızlandırdı.) 1876�da Nietzsche -Niebelungen Halkası-nın prömiyerine katılmak üzere Bayreuth�e gelir, ancak, muhtemelen psikosomatik nedenlerle hastalanır.
Wagner�in megalomanlığı ve doruğa tırmandırdığı çöküşü Nietzsche için artık dayanılmaz bir seviyeye ulaşmıştı. Kendisini Wagner�den kurtarmalıydı.
İki yıl sonra Nietzsche -insanca, Pek İnsanca- adı altında özdeyişlerini yayınladı. Bu özdeyişler Wagner�le arasındaki kopuşu kesinleştirmişti. Nietzsche�nin Fransız sanatını övüşü, psikolojik irdelemelerdeki keskin zekâsı, romantik hırsın maskesini düşürüşü ve olayların ardındaki gerçekleri kavrama konusundaki eşsiz yeteneği Wagner�i aşıyordu. Nietzsche eserinde geleceğin -güzel yeni dünyasını- hazırlıyordu: Bu dünyada transandantal bir tanrı veya şeytan, mutlak değerler veya tanrısal cezalar yoktu artık. Nietzsche Hıristiyanlığ�ın bilinçsiz motiflerine, güç istemini hadım etmeyi amaçladığını düşündüğü -köle ahlakına- karşı saldırıya geçti. Bu arada Wagner Schopenhauer�e olan bağlılığın sonu ve Hıristiyan cemiyetine dönüşü anlamına anlamına gelen son eseri olan -Parsifal- üzerinde çalışıyordu. Yolları ebediyen ayrılmıştı. Yaygın bir söylentiye göre Nietzsche hayatı boyunca sadece tek bir insanı bütünüyle tanımış ve tanıdığı bu adam onu, çağının en büyük psikologu olmasını sağlayan, yeterli derecede malzeme ile beslemiştir. İşte bu adam Wagner�di.
1879�da Nietzsche sağlık nedenleriyle Basel�deki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Zaten birkaç yıldır hastalık hastasıydı, ama şimdi gerçekten de hasta bir adam olmuştu. Üniversite kendisine küçük bir maaş bağladı ve doktor ona daha yumuşak iklimli yerlerde yaşamayı tavsiye etti 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:26
 
Takip eden yıllarda Nietzsche İtalya�yı, Fransa�nın güneyini ve İsviçre�yi gezdi. Hastalığını dindirecek bir iklim aradı durdu. Neydi şikayetleri ? Öyle görünüyor ki, bir insanın geçirebileceği tüm hastalıklardan şikayetçiydi. Gözleri yarı kör denebilecek oranda kötü görüyordu. (Doktoru ona bundan böyle kitap okumamasını tavsiye etti, ama aynı şekilde bundan böyle nefes almamasını da isteyebilirdi ondan.) Şiddetli ve felç edici bir baş ağrıları çekiyordu. Bu ağrılar onu zaman zaman günlerce yatağa bağlıyordu. Çoğu zaman da sayısız küçük şikayetlerden muzdaripti. İksirlerden, ilaçlardan, haplardan, kolonyalardan ve özütlerden oluşan koleksiyonu, hastalık hastası diğer felsefecilere kıyasla eşsizdi. Buna rağmen Üstinsan tasarımını geliştiren kişi o oldu. Bu dengeleyici öğe bizlere Üstinsan fikrinin Nietzsche�nin diğer ve daha kabul edilebilir düşünceleri arasındaki önemli yerini unutturmamalıdır. Bu öğe belki de, bu bilgesizlik incisini ortaya çıkaran kabuğun içindeki bir kum tanesiydi.
Üstinsan, uzun ve -dithyrambosca- bir şiir olan -Böyle Buyurdu Zerdüşt-te ortaya çıkar. Bu şiir neredeyse dayanılmaz bir süslülük ve ciddiyet içindedir ve bu mutlak ciddiyet yazarının tüm -ironik olma- çabalarına ve kuşun -hafifliğine- rağmen kitabı cazip tutuyor.
Tıpkı Dostoyevski veya Hesse gibi -Zerdüşt-ü de ancak yirmi yaşın altındaysanız okuyabilirsiz. Buna rağmen bu eserin anlattıkları -hayatı değiştiriyor-. Üstelik her zaman kötü yönde de değil. Eserdeki aptallıklar hemen göze çarpıyor, ama geriye kalan kısımlar okuyucuyu mevcut tasarımlar hakkında derin düşüncelere teşvik ediyor. İçindeki felsefenin ise dikkate değer bir konumu yok.
Yumuşak bir kış iklimine sahip olan kaplıca ve ılıcalara yaptığı sürekli seyahatleri sırasında Nietzsche, arkadaşı Paul Ree aracılığıyla yirmi bir yaşındaki Rus kızı Lou Salomé ile tanışır. Ree ve Nietzsche onunla (beraberce, bazen de onunla tek başına) yürüyüşlere çıkar ve kafasına felsefi inançlarıyla doldurmaya çalışırlardı. (Nietzsche -Zerdüşt-ü hiçbir zaman sahip olmayacağını söylediği oğlu olarak tanıtır. - bu genç Zerdüşt açısından talihli bir karardı, üstelik sadece böyle bir isimle okulda alay konusu olma ihtimali yüksek olduğu için değil.) Lou, Ree ve Nietzsche bir zaman sonra, günümüzde düşünülmesi pek mümkün olmayan üçlü bir ilişki içine girerler. Günümüzde düşünülmesi zor, çünkü cinsel açıdan bu denli saf olabilecek kimseler kalmadı. Önceleri üçü de kendilerini felsefeye adamak ve bir ménage á trois işletmek isterler. Ardından Ree ve Nietzsche (birbirlerinden habersiz) Lou�ya aşık olduklarını fark eder ve evlenme teklifinde bulunmaya karar verirler. Ne yazık ki Nietzsche gülünesi bir hatada bulunarak, Ree�ye onun adına Lou ile konuşması ricasında bulunur. (Yine de bu durum Nietzsche�nin, çağının en büyük psikologu olarak anılma hakkı ile tezat oluşturmuyor. Bunu, bir psikologun aşk hayatını yakından takip etmiş olan herkes teyit edebilir.)
Luzern�de bir fotoğraf atölyesinde çekilen bir resim, bu üç insandan hangisinin mevcut durumuna hakim olduğunu gösteren en açık kanıttır: İki duygusal olarak bâkir adam (38 ve 33 yaşlarında) bir at arabasına bağlıdırlar; arabanın içindeyse yirmi bir yaşında olan gerçek bakire oturur ve kırbacını sallar.
Sonunda üçü de bu trajikomik aşk ilişkisinin artık ayakta tutulamayacağını anlarlar ve ayrılırlar. Nietzsche öylesine deliye döner ki, şu satırları kaleme alır: -Bu akşam delirinceye dek morfin çekeceğim.-
Ancak ardından Lou�nun düşer çocuğu -Zerdüşt-ün annesi veya kız kardeşi olmaya laik bir insan olmadığına karar verir. (Lou Andreas Salomé zamanının en dikkate değer kadınlarından biri oldu. En sevdiği kocası olan bir Alman profesörünün soyadını aldıktan sonra iki önemli adam daha üzerinde etki bıraktı: Şair Rainer Maria Rilke ile ilişkisi ve yaşlanmakta olan Sigmund Freud ile sıkı bir dostluğu vardı.)
Nietzsche kışlarını çoğunlukla Nis, Turin, Roma veya Menton�da ve yazlarını da -dünyanın 1500 metre üstünde ve dahası, diğer tüm insanların yükseğinde-, İsviçre�nin Engadin yöresinde, bir köy olan Sils Maria�da geçiyordu. Günümüzde Sils Maria güzel küçük bir ılıca merkezidir (St. Moritz�den sadece 10 kilometre uzakta.) Ancak Nietzsche�nin oturduğu ve genelde ecza dolabını kurduğu odayı gezmek hâlâ mümkün. Burada dağlar hemen gölün ardından dük yamaçlarla İtalya ile sınırı oluşturan Berina dağının 4000 metredeki karlı zirvelerine yükselir. Evin arkasından sessiz ve sakin patikalardan yamaçlara tırmanılabilir. Nietzsche felsefe yaparken bu patikaları kullanır ve ara sıra da, düşüncelerini küçük not defterine kaydetmek için ıssız bir kayanın yanından köpürerek akıp giden derenin kenarında dururdu. Eserlerinin üslûbunda bu yörenin atmosferinden, yani heybetli manzaralarından, sessiz zirvelerinden ve yalnızlık duygusundan bir parça görmek mümkündür. Nietzsche�nin, düşüncelerinin büyük bir bölümünü geliştirdiği bu yöreler gezilip görülürse, onun bazı hataları ve erdemleri daha kolay açıklanabilir olur.
Nietzsche genelde çok yalnız yaşar, ucuz odalar kiralar, ara vermeden çalışır, ucuz lokantalarda yemek yer ve o dayanılmaz baş ağrılarını ve diğer şikayetlerini elinden geldiği kadar dindirmeye çalışırdı. Yer yıl şaşılacak derecede kaliteli bir kitap yazıyordu. -Sabah Alacası-, -Şen Bilim- ve -İyinin ve Kötünün Ötesinde- gibi eserler, Batı uygarlığı ve onun değerleri, psikolojisi ve tutkuları ile hesaplaştığı harikulade eleştirel kitaplardır. Üslûbu berrak ve anlaşılır, delilikleri ise makul sınırlar dahilindedir. Buna sistematik felsefe yapmak denebilir. Hume, Nietzsche�den yaklaşık yüz yıl önce arı felsefi yıkım çalışmalarını sonuçlandırdıysa da, Nietzsche�den önce hiç kimse onun kadar iyi bir yıkım çalışmasında bulunmadı. (Ne var ki böyle bir çalışma tekrar gerekli olmuştu, çünkü idealist Alman sistemlerinde metafizik ölülerin arasından tekrar dirilmişti.)
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:26
Nietzsche�nin felsefe yapma sanatı konusundaki üstün yeteneğinden bazı başka örneklere bir göz atalım. Nietzsche hakikate ve hakikatin anlamına dair tasarımlarımızı (gerçek anlamda -hakiki- bir argüman kullanarak) dağıtıyor. Bu çaba sonucunda ortaya, özellikle de bizlerin bilim adına kendimize ve gezegenimize yaptığımız ve yapmaya devam ettiğimiz şeylere bakacak olursak, oldukça çağdaş olan bazı ilginç bilgiler çıkıyor. Düşüncelerinin içerikleri günümüzde, o dönemde olduğundan daha az yok edici değiller.
Seksenli yıllarda Nietzsche çalışmalarını büyük bir yalnızlık içersinde tanınmayan ve okunmayan bir yazar olarak sürdürür. Aşırı yalnızlığı ve kabul görmüyor oluşu kendisi için gitgide daha dayanılmaz bir hâl aldığı için, kendisinden beklentileri arttırdı. 1888�de Danimarkalı Musevi eğitimci Georg Brandes, Kopenhagen Üniversitesinde Nietzsche�nin felsefesi ile ilgili ilk derslerini vermeye başlar. Ne yazık ki, bu biraz gecikmiş bir girişimdi. Gerçi o yıllarda Nietzsche dört kitap yazdı, ama ilk kopukluk belirtileri de ortaya çıktı. Büyük bir düşünürdü ve bunun farkındaydı: Dünyanın da bunu bilmemesi imkânsızdı. -Ecco Homo- adlı eserinde -Böyle Buyurdu Zerdüşt- hakkında şöyle yazar: -Buna benzer bir şekilde hiçbir zaman yazılmadı, hissedilmedi ve acı çekilmedi...- - Eleştiriyi ve inanılırlığı aşan bir ifade. Bu yetmiyormuş gibi, bunu bir de şu başlıklarla yazılan bölümler izler: -Neden bu kadar bilge olduğum-, -Neden bu kadar iyi kitaplar yazdığım- ve -Neden bir yazgı olduğum-. Bu bölümlerde alkolü eleştirir, yağı alınmış kakaoyu över ve kendisinin geliştirdiği dışkılama yöntemlerini tavsiye eder. -Zerdüşt-ün tumturaklı ve sisli havası tekrar su yüzüne çıkar, üstelik bu defa çok büyük boyutlarda: Cinnet olarak.
Ocak 1889�da sonu hızla yaklaştı ve onu yakaladı. Nietzsche Turin�de bir cadde üzerinde yürürken birden fenalaşarak yığılır. Düşerken feryatlarla, az önce kırbaç yemiş bir fayton atının boynuna sarılır. Nietzsche oteline götürülür. Oradan Cosima Wagner�e (-Seni seviyorum Ariadne-), İtalya Kralına (-Sevgili Umberto�m... tüm antisemitistleri vurdurtacağım-.) ve Jacob Burckhard�a (ki burada -Diyonisos- diye imza atar) kartpostallar gönderir. Burckhardt olup bitenleri anlar ve Nietzsche�nin bir arkadaşına haber verir. O da gidip onu Turin�den alır.
Nietzsche bunama geçiriyordu ve bir daha sağlığına kavuşamayacaktı. Durumu günümüzde dahi iyileştirilemez olurdu: Aşırı çalışma, yalnızlık ve çektiği acılardı bundan sorumlu olan, ama en çok da ona bulaşan frengi. Bu hastalık, -beyin felcine- neden olan üçüncü evresine ulaşmıştı. Bir sanatoryumda kısa süre yattıktan sonra annesinin refakatına verilir. Nietzsche artık kendi halinde uysal biriydi ve zamanının çoğunu kasılıp kalır bir durumda geçiriyordu. Düşüncelerinin berraklaştığı bazı anlarda geçmiş hayatıyla ilgili şeyler hatırlıyor gibiydi. Bir gün birisi ona bir kitap uzattığında şöyle dedi: -Ben de iyi kitaplar yazmadım mı?-
Annesi 1897�de öldüğünde bakımını kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche üstlendi. Nietzsche�nin emanet edilmesi gereken son insan oydu. Kız kardeşi, tanınmış bir Yahudi düşmanı ve başarısız bir öğretmen olan Bernhard Förster ile evliydi. Nietzsche onu insan olarak ve düşünceleri nedeniyle küçümsüyordu. Förster, Nueva Germania olarak adlandırdığı -ari- bir koloni kurmak üzere Sachsen�de bazı köylü ailelerini kandırıp Paraguay�a götürmüş, sonunda köylüleri dolandırıp intihar etmişti. (Nueva Germania�dan geri kalanları günümüzde de Paraguay�a gidip görmek mümkün. -Efendi-Irk- ise bugün oradaki yerliler gibi yaşıyor ve sadece sarı saçlarından ayırt edilebiliyor.) Elisabeth Almanya�ya dönüp ağabeyinin bakımını üstlendiğinde, onu önemli bir şahsiyet yapmaya karar verdi. Nietzsche�yi alarak, bir Nietzsche Arşivi kurmak niyetiyle, Schiller ve Goethe�nin yaşadığı kent olarak belirli bir üne sahip olan Weimar�a taşınır. Ardından onun yayınlanmamış yazıları üzerinde oynar ve onlara Yahudi düşmanlığı yansıtan ve kendisini öven unsurlar katan eklemeler yapar. (Üzerine eklentiler yapılan bu yazılar -Güç İstemi- adıyla yayınlanır. Ancak Nietzsche uzmanı Walter Kaufmann daha sonraları Elisabeth Förster-Nietzsche�nin yaptığı o saçma eklentileri ayırt etmeyi başarır ve bizlere Nietzsche�nin be en ilginç ve anlamlı kitabını gerçek tarafıyla sunar.)
Nietzsche, doğasını çok doğru kehanetlerle tanımladığı yirminci yüzyılın başına kadar hayatta kaldı. O kocaman bıyıklı, üzünç verici, bezgin ifadeli ve kim olduğunu artık bilmeyen adam, 25 Ağustos 1900�de öldü. O sıralarda eserleri, tüm hayatı boyunca beklediği yankıyı buldu. Ünü çok hızlı bir şekilde yayıldı. Üzerinde etki bıraktığı ve yirminci yüzyılın önemli şahsiyetleri olan insanlar arasında Freud, Rilke, Yeats, Strindberg, O�Neil, Shaw, Mann ve Conrad da bulunuyor. Naziler onu resmi filozofları olarak ilân etmeye çalıştıklarında ve Hitler, Weimar�daki Nietzsche Arşivinin önünde Elisabeth Förster- Nietzsche�nin elini öptüğünde, çıldırmanın ve cinnetin krallığına ayak atanlar bu kez Nietzsche�nin felsefesi değil, Nazilerdi. Nietzsche açıkça şöyle dedi: -Elbette henüz, �Alman Varlığı� coşkunluğuna ulaşmadım. Bu �üstün� ırkı saf tutma isteğine ise daha da uzağım. Tam tersine, tam tersine-.- Nietzsche, günün birinde ünlü bir adam olacağından daima emindi, ama dünyanın, ama dünyanın kendisini nasıl biri olarak değerlendireceğini tam olarak kestiremiyordu (ve bunda da haklıydı.) -Günü birinde beni aziz ilân etmelerinden çok korkuyorum... Ben aziz biri olmak istemiyorum, öyle olmaktansa, soytarı olmayı yeğlerim...-
 
Yukarı Dön
Hawk Açılır Kutu Gör
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 07-03-2006
Konum: Turkiye
Status: Aktif DeÄŸil
Points: 1700
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Thanks (0) Thanks(0)   Alıntı Hawk Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 18-10-2006 Saat 09:26
 
Nietzsche'nin Gençliği

Nietzsche'nin babası rahipti. Ana tarafı da, baba tarafı da, kaç göbek rahip yetiştirmişti. Kendisi de son nefesine kadar bir vaizci kalmıştır. Hıristiyanlığa saldırmasının nedeni, kendisinde de Hıristiyanlık rûh ve ahlâkının var oluşuydu. Felsefesi kibarlığa, acımaya ve barışa olan eğilimini ılımlaştırmak ve dengelemek için karşıt bir davranıştı. Cenovalılar ona, II Santo (aziz) diyerek en son hareketi yapmışlardı. Annesi, İmmanul Kant'ınki gibi, sofu ve iffetli bir hanımdı. Nietzsche de, kötü bir ayrıcalık, sonuna kadar sofu ve iffetli kalmıştı. Sofuluğa saldırısı da bundandı belki. Bu iflâh olmaz aziz, ne kadar da çok günahkâr olmaya heves ediyordu!
Nietzsche 15 Ekim 1844'de, Prusya'nın Röcken şehrinde doğdu. Doğrum tarihi, tahttaki IV. Frederick William'ın doğum günüyle aynıydı. Krallık ailesinin birçok üyesine öğretmenlik yapmış olan babası, vatanseverlik belirtisi olarak, çocuğuna kralın adını koydu. "Hiç olmazsa, doğum günümün seçilmesinde bir isabet vardı, doğum günüm, çocukluğum boyunca her bir bayram havası içinde geçti."
Babasının erken ölümü, onu evdeki sofu kadınların kurbanı yaptı. Bu hanımlar, onu kadınsı bir incelik ve duyarlı içinde yetiştirdiler. Kuş yuvalarını bozan, bahçeleri yağma eden askercilik oynayan, yalan söyleyen çocukları sevmiyordu. Okul arkadaşları, ona "küçük rahip" diye ad takmışlardı. İçlerinden bir köşeye çekilip Kutsal Kitap'ı okumak, en büyük zevkiydi. Başkalarına zamanlarsa, dinleyicilerinin gözlerinden yaşlar akıtıyordu. Gizli, sinirli bir stoacılığı ve gururu vardı: Mutius Scaevolo'nın hikâyesine inanmadığını söyleyen okul arkadaşlarının karşısına geçip, avcu içinde bir deste kibriti yakmış, sönünceye kadar da elinden atmamıştı. Tipik bir olaydı bu: Kendini ideal bir erkek durumuna getirmek için, ömrünü, güçlenecek, sağlıklı olacak fiziksel yollar aramakla geçirmiştir. "Ben her ne değilsem, o Tanrı ve erdemdir işte."
On sekizinde, Tanrı'ya olan inancını yitirdi. Hayatının geri kalan bölümünü yeni bir tanrı aramakla geçirecekti. Sonunda aradığını 'Üstün İnsan'da bulduğunu sandı. "Bu değişikliğe kolay alıştım," demişti sonradan. Ama kendini kolayca aldatmasını bilirdi. O yüzden, kendi hayatı hakkındaki sözlerine pek güvenilemez. Bütün parasını bir tek atışına bağlayıp da kaybeden biri gibi acı, alaycı olmuştu. Din, hayatının can damarıydı. Oysa, şimdi hayat boş ve anlamsız geliyordu ona. Bir ara Bonn'da ve Leipzig'de, kolejli sınıf arkadaşlarıyla cümbüşlere katıldı. Hattâ sigara ve içki içmek gibi erkekçe davranışlara uyabilmesini güçleştiren titizliğini bile yendi. Ama çok geçmeden şarap, kadın ve tütünden nefret etti. Vatanının ve çağının bira mutluluğuyla alay ediyordu. Bira ve pipo içen kimseler bir şeyi duru algılayamazlar, ince düşünemezlerdi.
Tam bu sırada, yani 1865'te, eline Schopenhauer'in "İstem ve Fikir Olarak Dünya" adlı kitabı geçti. "Bu kitap, içinde dünyayı, hayatı ve kendi yaratılışımı korkunç bir ihtişamla yansımış gördüğüm bir aynaydı," diyordu. "Sanki Schopenhauer yalnızca benim için yazmıştı. Coşkusunu duyuyor, onu karşımda görür gibi oluyordum. Her satırda bir özgeçi, bir katlanış, bir boyun eğişten söz ediyordu." Schopenhauer'in felsefesinin karamsarlığı, düşüncesini ömrü boyunca etkileyecekti. Yürekten mutsuz bir kişiydi, sinir sistemi sanki acı çekmesi için dikkatle plânlanmıştı. Tragedyayı hayatın kıvancı olarak yüceltmesi de, kendi kendini aldatmalarından biriydi. Ancak Spinoza ya da Goethe kurtarabilirdi onu. Temkinlilik (aequanimitas) ve Kader Aşkını (amor fati'yi) vazetmesine rağmen, uyguladığı yoktu. Bilgelik sükûneti ve dengeli zihin durgunluğu nedir bilmemişti.
Yirmi üç yaşında askere yazıldı. Miyop oluşu ve dul bir kadının tek oğlu olduğu için, askerlikten muaf tutulmak hoşuna gidecekti. Ama ordu yine de çağırdı onu. Sadowa ve Sedan'ın büyük günlerinde, top dolduracak filozoflara da gereksinme vardı. Bununla birlikte, attan düşerek göğüs kaslarını zedelediği için, kendisinden yararlanılamadı. Ömür boyunca bunun acısını çekecekti. Askerlik deneyi o kadar azdı ki, ordudan ayrıldığında, bu konu ile ilgili bilgisi, girdiği zamankinden farksızdı. Kumanda etmek, buyruk dinlemek, acılara katlanmak ve sıkı disiplin. Bu Sparta düzeni, her şeye rağmen, hayâlini okşuyordu ama, böyle düşünmesi de artık idealini gerçekleştirmek zorunda olmayışındandı. Askerliğe tapması, bozuk sağlığı yüzünden asker olamayacağı içindi.
Bunun üzerine, ters kutba yöneldi. Bir dinbilimcisinin akademik hayatını seçti. Savaşçı olacağına, profesör oldu. 25 yaşındayken, Basle Üniversitesinde klâsik filoloji kürsüsüne atandı. Güven altındaki bu uzaklığından, Bismarck'ın kanlı alaylarına hayran kalabilirdi. Oturduğu yerde çalışmak zorunda oluşuna, garip bir şekilde esef ediyordu. Kahramanlıkla ilgisi yoktu bunun. Bir yandan tıp gibi pratik ve faal bir meslek seçmiş olsaydım, diye düşünüyordu. Öte yandan müzikle etkileniyordu. Piyanistliği vardı, sonatlar bestelemişti. "Müziksiz hayat, yanlış bir şey olurdu" diyordu.
Basle yakınındaki Tibschen'de, müzik devi Richard Wagner, başka birisinin karısıyla yaşamaktaydı. Wagner 1869'da gelip Noeli geçirsin diye, Nietzsche'yi çağırdı. Nietzsche geleceğin müziğine coşkuyla bakıyordu, Wagner'deki bilgin havası da hoşuna gidiyordu. Büyük bestecinin büyüsü altında, ilk kitabını yazmaya başladı. İlkin Yunan dramını işleyecekti. Sonu da 'Nibelungların Halkası' ile bitecekti. Sessizlik içinde, kalabalığın gürültüsünden uzak bir yerde yazmak için Alplere gitti. Oradayken 1870'de, Almanya ile Fransa'nın savaşa girdiğini öğrenince durakladı. Yunan rûhu ile bütün şiir, dram ve felsefe perileri ve müzik, kutsayan ellerini ona doğru uzatmıştı. Ama vatanının çağrısını duymazlıktan gelemiyordu. Burada da şiir vardı. "Karşımızda devlet var," diyordu. "Başlangıcı insana utanç verici. Çünkü devlet, insanların çoğu için kurumak bilmeyen bir acı kuyusu, ikide bir buhranlara salarak onları tüketen bir alev. Ne var ki, çağırmaya görsün , rûhlarımız kendilerini unutuyor; kanlı çağrısına yığınlar koşa koşa gidiyor, kahraman oluyorlar." Frankfurt'ta cepheye giderken, gösterişli şakırtılarla şehirden geçe bir süvari birliği görmüştü. Bütün felsefesini yaratacak hayâlin ve görüntünün o an doğduğunu söylemektedir. "En güçlü ve en yüksek Hayat İstemi'nin, sefil bir var oluş mücadelesinde değil, Savaş isteminde, Güç İsteminde, Yenmek İsteminde olduğunu duydum ilk defa." Gözünün iyi görmemesi, cephede askerlik yapmasını engellemişti. Sağlık işlerinde çalışmakla yetinmek zorunda kaldı. Çevresinde savaşın dehşetini gördüyse de, kanın gövdeyi götürdüğü dövüş alanlarındaki vahşîliği gözleriyle görmedi. Çekingen rûhu, bunu sonradan yaşantı eksikliğinin verdiği hayâl yoğunluğuyla idealleştirecekti. Sağlık durumu, sıhhiye eri olarak iş görmek için bile, iyi değildi. Kan göremiyordu. Hastalandı, bitkin bir durumda evine gönderildi. O günden sonra Shelley'in sinirlerine ve Carlye'ın midesine sahip olacaktı: Bir savaşçı zırhı altında genç bir kız rûhu.

Kaynak:
Felsefenin Öyküsü - Will Durant
Türkçesi: Ender Gürol


FRIEDRICH WILHELM NIETZSCHE (1844-1900)

15 Ekim 1844�de Röchen�de doğdu. Prusya kralı IV. Friedrich Wilhelm�in adı verilen NIETZSCHE Protestan din adamlarının yetiştirdiği dindar bir ailenin oğluydu. Babası ölünce annesi, kız kardeşi, anneannesi ve iki teyzesiyle Naumburg�a yerleşti (1850).
1858�de burs kazanarak Almanya�nın önde gelen Protestan yatılı okulu Schulpforta�ya yazıldı. Üstün başarı gösterdiği bu okulda Eski Yunan ve Roma klasikleri üzerine temel bir eğitim aldı. 1864�te mezun olunca ilahiyat ve klasik filoloji okumak ve aile geleneğine uyarak papaz olmak üzere Bonn Üniversitesi�ne gitti. Ama bu arada ünlü filoloji bilgini Friedrich Wilhelm Ritschl�in de etkisiyle klasiklere duyduğu ilgi ağır bastı.
Bu arada müzikle de ilgilenerek Robert Schumann�ın etkisinde romantik kompozisyon çalışmaları yaptı. 1865�de Ritschl�in de ardından Leipzig Üniversitesi�ne geçti ve Ritschl�in yönettiği Rheinisches Museum dergisinde yazıları yayınlanan diplomasız tek kişi oldu. Leipzig yıllarında Arthur Schopenhauer�in felsefesini derinlemesine inceledi.
Richart Wagner ile tanıştı ve onun müziğine hayranlık derecesinde ilgi duydu. 1869�da İsviçre�nin Basel Üniversitesi�nden klasik filoloji profesörlüğüne aday göstermesi istenen Ritschl, bu göreve henüz akademik unvanı olmayan öğrencisi Nietzsche�yi önerdi. 1869�da Leipzig Üniversitesi�nin sınav tez koşulu aramadan yalnızca yazılarına dayanarak doktor unvanı verdiği Nietzsche Basel Üniversitesi�ne öğretim görevlisi olarak atandı. Ertesi yıl İsviçre vatandaşı oldu ve öğretim üyeliğine yükseldi. Fransız-Alman savaşı başlayınca üniversiteden izin alarak Ağustos 1870�te gönüllü sıhhiye eri olarak cepheye gitti. Ama dizanteri ve difteriye yakalanınca Ekimde Basel�e döndü. Daha 1871�de bozuk sağlığı yüzünden ağır öğretim yükünü taşıması güçleşti. 1876�da bir yıllık izin aldı; 1879�da da görevinden ayrıldı. Basel Üniversitesi�nden malulen emekli sayılarak maaş bağlandı. Nietzsche profesörlüğü sırasında klasik filoloji çalışmalarından uzaklaşarak felsefeye yöneldi. Bu arada Basel�de dost olduğu kültür tarihçisi Jacob Burckhardt�ın görüşlerinden etkilendi.
Nietzsche 1889�un ilk günlerinde zihinsel yetilerini tümüyle yitirdi. Bir eski dostuna yazdığı çılgın mektuplar sayesinde Torino�da olduğu saptandı ve bakım altına alındı. Çıldırmasının nedeni öğrencilik yıllarında yakalandığı frenginin ilerleyerek üçüncü evreye girmesine bağlandı. İzleyen 11 yıl boyunca bitkisel denebilecek bir yaşam sürdü; hiçbir şey yazmadı. Ve Nietzsche'nin bu ıztırap dolu hayatı 25 Ağustos 1900'da sona erdi.
Kaynak: kimkimdir.gen.tr
...................................*.............. .....................
* *

NIETZSCHE'nin HAYATI

Alman filozofu (Röcken 1844-Weimar 1900). Babası ölünce annesiyle birlikte Naumburg'a göç etti.
1858'de Pjorta Koleji'ne girdi, küçük yaştan gelen dün alışkanlığıyla içine kapanık, din kitaplarıyla başbaşa günlerini. Zamanla dinden uzaklaştı, din adamı olmaktan vazgeçerek 1864'de Bonn Üniversitesi'nde, Klasik Filoloji bölümüne girdi.
1866'da Leibzig Üniversitesi'nde çalışmalara başladı. Chopenhauer'in -İstenç ve Tasarım Olarak Dünya- adlı eserinden etkilendi. 1867'de Prusya Ordusu'na yazıldı. Kendini şiire ve müziğe verdi. Bu sırada Richard Wagner ve F. Liszt'in kızı Cosima ile dostluk kurdu. Hölderlin'e yakınlık duydu. 1869'da Basel Üniversi'nde Yunanca profesörü olarak atandı. 7 yıl süren bu dönemi, Nietzsche'nin yoğun çalışmalara, doğaya, şiir ve müziğe kendini verdiği dönemdir. Eski Yunan felsefesini, edebiyatını okuyup, araştırdı.
1870'te İsviçre uyruğuna girmesine karşın, Almanya-Fransa Savaşı'nda Prusya Ordusu'nda gönüllü hastabakıcı olarak çalışmaya gitti. Ne var ki bedensel zayıflığı, kan görmeye dayanmasını engelleyince hastalanarak Basel'e döndü.
1871'de ilk kitabını yayınladı -Müzik Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der- (Tragedyanın Müziğin Ruhundan Doğuşu). İtalya'ya geziler yaparken, yoğun çalışmalarını sürdürdü: -Unzeitgemösse Betrachtungen (Çağa Uymayan Düşünceler). 1876'da hastalanınca izin aldı. Sorrento'ya yerleşti, 1877'de göreve döndü. 1878'de -Menschliches, Alzummenschliches- (İnsanca, Tümüyle İnsanca) adlı eserini yayınladı.
Sağlığı yeniden bozulunca üniversiteden emekli oldu (1879). Bundan sonraki çalışmalarıyla özgün felsefesi ortaya çıktı.
1889 Ocak başlarında kriz geçirdi. Jena'da bir sağlık evine yerleştirildi. Annesi ve kız kardeşi bakımını üstlenerek Naumburg'a götürdüler. 1897'de annesinin ölümü üstüne, kız kardeşi Elisabeth onu Weiman'a götürdü. Burada da hiçbir iyileşme göstermedi, 25 Ağustos 1900'da öldü.
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör



Bu Sayfa 0.209 Saniyede Yüklendi.